18 Ocak 2011 Salı

PALİO TÜRKO -II Kemal EVCİOĞLU

Palio Turko
İZMİR’İN İŞGAL SAHNELERİ
-BİRİNCİ BÖLÜM-

         13 Mayıs 1919. Ayafotini.
İzmir Metropolithane’sinde heyecanlı bir hazırlık var. İnsanlar, Metropolithane’nin büyük salonuna toplanmaktadırlar. Öğleden sonra saatler dördü göstermektedir. Salon saat ikiden bu yana dolmaktadır. Kavaslar, papazlar, Rum ve Yunanlı gazeteciler, cemaatin bütün azaları ve mahalli heyetler hınca hınç doldurmuşlardır büyük salonu.
Herkes sessiz bir şekilde karşıdaki Yunan Konsoloshanesi’nden Mavrudis’in gelmesini beklemektedir. Nihayet, Yunan Heyeti Reisi görünür. Metropolithanenin salonuna aceleyle girer. Mavrudis, pek bir heyecanlıdır. Adeta titremektedir. Sağında Metropolit Hirosostomos, uzun ve kısa enli haçını göğüs hizasında taşımakta, birlikte cemaatin önüne doğru ağır ağır yürümektedirler.
Ama ne yürüyüş! Bu yürüyüş her zamankinden farklıdır. Belli ki önemli bir gündür. Mavrudis kürsüdeki yerini alır. Ağlamaktadır. Gözyaşlarıyla Venizelos’un beyannamesini okumaya başlar. Daha ilk olarak, “Müjdeler olsun dindaşlarım” kelimesi ağzından çıkar çıkmaz,
         “Zito, Zito” sesleri salonu doldurur. Orada bulunanlar birbirlerini kucaklamaya başlarlar. Sevinç doruğa çıkar. Mavrudis, salonun belli bir sükunete ulaşmasını bekler ve beyannameyi okumaya devam eder.
         “Yunanistan, İzmir’i işgal etmek üzere barış konferansı tarafından memur edilmiştir. Asırlarca beklenen emelimiz tahakkuk etmiştir. Milletimiz idrak eder ki bu karar, konferansı idare edenlerin vicdanında Enosis kabul görmüştür. Balkan Harbi’ne kadar aynı boyunduruk altında esir bulunduğum için bugün, küçük Asyalı Rum kalplerinin ne denli sevinç duygularıyla dolacağını iyice hissediyorum. Bu duyguların açığa vurulmasını önleyecek değilim. Lakin, yapılacak gösterilerin yerli ahali arasında vatandaş unsurların hiçbirine karşı husumet ve hareket mahiyetini almayacağına eminim. Aksine olarak, fazla sevinç, nümayiş diğer unsurlara karşı kardeşlik hisleri göstermekle eş anlamda görülmelidir. Bu unsurlara denmelidir ki:
         Biz diğerlerinin zararına kendi üstünlüğümüzü ve zorbalığımızı yerleştirmek için bir boyunduruğun kaldırılmasını kutlamıyoruz. Onlara Yunan hürriyetini, cins ve mezhep farkı olmaksızın eşitlik ve adaletle bahşedeceğiz. Umum unsurlara karşı bu itimat ve emniyeti telkin etmekle yalnız milli cevherimize sadık kalmayacağız fakat yüksek milli menfaatlerimize de mükemmel bir surette hizmet etmiş olacağız.
İtalyan unsuruna bilhassa hususi dikkat gösterilmelidir. İzmir’in Yunan işgali konusunda İtalya’nın da diğer müttefiklere katılmış olması nazarı dikkate alınmalıdır. Yunanlı Küçük Asya’dan bu ricalarımın sonuçsuz kalmayacağını ve bizzat İzmir’in kendisine “İhya-yı Milli incilini” getirmek suretiyle yakında sizi ziyaret edebileceğimi ümit ederim.
Elefterios Venizelos.” 
         Metropolithane sözün bitiminde bir anda alkışlarla kaplanır. Kucaklaşmalar, sarılmalar, gürültülü bir sevinç seline dönüşür. Venizelos İzmir’in işgalini önceden müjdelemiştir.
         Ne ki Venizelos’un bu beyannamesinde söylediklerinin tersi olacaktır. Verilen sözler tutulmayacak, Anadolu kan ve gözyaşına boğulacaktır.
Olanlardan dedikodu olarak haber alan Ali Nadir Paşa, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya telgraf çeker. Halk arasındaki şayialara göre İzmir’in işgal edileceğini, Yunanistan’dan daha evvel İzmir’e getirilmiş bulunan Yunan Kızılhaç ekiplerinin el altından yerli Rumlardan teşkil edip silahlandırdığı, bu kuvvetlerin de içeriden işgali tamamlayacağını önceden bildiririr. Ne surette hareket edileceğini sorar ve kendisine acele emir verilmesini ister. Kendisine hiçbir cevap verilmez. 
İtilaf Devletleri’nin işgal güçleri kumandanı Amiral Calthorpe, gündüz İzzet Bey ile Ali Nadir Paşa’yı huzuruna çağırarak yapılacak işgali önceden haber verir ve kibarca da bir tehdit savurur. 
         “Beyler sabah Yunan birlikleri itilaf devletleri adına Smyrna’yı (İzmir’i) işgal edecek. Sakın birliklerin güvenliğini ihlal edecek bir olay olmasın!”
         Ali Nadir Paşa ağzını açmaz. Amiral Calthorpe’dan gelen telgrafın ardından şahsen telgraf başına geçerek Harbiye Nazırı ile tekrar muhabere yapar. Cevap ilginçtir:
         “İşgal vukuuna dair Bab-ı Ali’ye henüz verilmiş bir malumat yoktur. Amiral’in bu teklifi mütareke şartları hükümleri icabından olmakla, muvafakat edilmesi lüzumu tabiidir.”
         Ali Nadir Paşa da:
Öyleyse bu işgal geçici bir mahiyet taşımaktadır. Bunun bir Yunan işgaline yol açacağı bir şayia olsa gerek” diye cevap verdiğinde karşılık olarak Harbiye Nezareti’nden gelen telgrafta:
         “Bu gibi şayialara ehemmiyet vermeyiniz” denir.
14 Mayıs 1919 Çarşamba...Gece yarısına az bir süre kala Mondros’ta Türk’ün kaderi ile oynayan Amiral Calthorpe, İzmir Valisi Kambur İzzet’e ve Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa’ya bir nota gönderir.
Bu notada, mütarekenin 7nci maddesi gereği İtilaf Devletleri namına işgalin başlayacağı bildirilmektedir. Bu kararın, Bab-ı Ali’ye de bildirildiği ve çıkarma kuvvetlerinin 15 mayıs 1919 sabahı 08.00 itibariyle işgali başlatacağı, Yunan deniz müfrezelerinin 07.00’dan itibaren iskeleleri işgal edeceği ve esef verici olaylara meydan verilmemesi konusu da yer almaktadır. Ayrıca, Osmanlı kıtalarının bulundukları yerlerde kalmasının sağlanması gerektiği, telgrafhanenin bir İngiliz Müfrezesi tarafından işgal edileceği, sansürlü olmak kaydıyla resmi muhaberata izin verileceği de bildirilmektedir.
Akşam bu notanın alınmasından sonra ertesi sabah Ali Nadir Paşa, bir kumandanın Türk askerine verebileceği en acı emri verir. Türkleri boyunduruğa davet eden bu emirde:
         “İzmir müstahkem mevki tahkimat bölgesi bugün öğleden sonra İtilaf Devletleri kıtaları tarafından işgal edilecektir. Toplar ve diğer her türlü harp malzemesi bu kıtalara teslim edilecektir. Bu bölgelerdeki kumandanlar, subaylar ve erler bölge dışında ve gerisinde toplanacak olup kolordunun vereceği emre göre hareket edeceklerdir. İşgal esnasında katiyen karşı konmayacak, işgale gelecek itilaf müfrezelerine gereken kolaylık gösterilecektir. Yarın sabah Yunan Birlikleri İzmir’e çıkacak olup peyderpey şehri işgal edecektir. Esef verici olayların engellenmesi için bütün kıtalar bulundukları garnizonda kalacaklardır.”
         Paşanın kimbilir belki can belki de ikbal kaygısıyla tabi olduğu bu emri nakletmek kendisine de zor gelse gerek. Ama kimileri için bu o anın gereği olan bir zorunluluktur. Ne ki o zaman bu tip bir hal tarzını benimseyenler çoğunlukta olsaydı Yunanlıların ve İngilizlerin işi ne de kolay olacaktı! Hiç istiklal olur muydu? Herşey ne de kolay cereyan ederdi. Mesela Mustafa Kemal ve arkadaşları da bu hal tarzlarını benimsemiş olsaydı nasıl olurdu!
         15 Mayıs 1919 Perşembe. Midilli Adası. Önceki gece yarısı Yunan tümenini taşıyan gemiler, Yero Limanı’na girer. Bir süre adada bekleyen Birinci Yunan Tümeni sabaha karşı İzmir’e doğru yola çıkar. Averof Zırhlısı ve Leon adlı Yunan muhribi, bir savaş gemisi, namı diğer Kılkış, mağrur bir şekilde İzmir Körfezi’ne girerler. Gemiler demirler demirlemez, Tümen Kumandanı Albay Zafiriu ve Filo Kumandanı Albay Mavridis Averof Zırhlı kruvazöründe toplanır ve İzmir’in işgal eylem planını yapar. İtilaf Devletleri donanmalarının başkumandanı Amiral Calthorpe aynı gün Albay Zafiriu ile gizli bir toplantı gerçekleştirir. Calthorpe verdiği emirde:
Türklerin Mukavemete imkan bırakmamak için İzmir Şehri etrafı süratle abluka altına alınacaktır. Yabancı unsurların şehir içinde kargaşa çıkarmalarına imkan bırakılmayacaktır. Şehir içinde vukua gelecek mukavemetleri kırmak için Türk ve Rum mahalleleri birbirinden tecrit edilecektir.” Der.
Yalnızca, Yunanlılar değil İngiliz ve Fransızlar da işgal maksadıyla orada bulunmaktadır. Hatta, Amerikan zırhlısı Arizona da. Yanında, 4 torpido olduğu halde 12 Mayıs 1919 sabahı Körfez’den geçerek İzmir limanına demirlemiştir. Bir süredir itilaf donanmasına ait yabancı savaş gemileri zaten İzmir Limanı’nda demirlidir.
Öğleden sonra bahriye silahendazları inerek şehrin muhtelif noktalarını işgal ederler. İngiliz birlikleri, Karaburun ve Uzunada cihetini, Fransız kuvvetleri Urla ve Foçaları, Yunan müfrezeleri de Yenikale’yi kontrol altına alırlar. Ayrıca şehrin içine de birlik gönderirler.
Halk, kordon boyunda sokaklara dökülmüş, sessiz ve üzgün işgali seyretmektedir.  
Bahriye silahendazları öğleden sonra mevkii müstahkemlerini şehrin stratejik bölgeleri olan kaleleri işgal ederler. 
         İzmir Valisi İzzet Köylü Gazetesi idarehanesine bir tekzip yollayarak işgal haberlerini yalanlar.
         “Bazı kötü niyetliler İzmir’İn Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlardır. Tekzip olunur.”
         Bir gazeteciye de şöyle demeç verir:
         “Bunların nereden çıktıklarını bilmiyorum. Şüphesiz maksatları bu gibi şayiaları kötü niyetli, havsalaları hayalet ile dolu bir takım sadedilleri heyecana getirmektedir. Mukadderatı cihanı tanzim ile uğraşan sulh konferansı kendi kararlarını gayet gizli tutmakta iken, bu havadisleri doğru olmak üzere kabul etmek pek basit düşüncelere has bir mütalaadır. Herhalde Sulh Konferansı’nın netice-i mukadderatı gayet adilane olacaktır.”diyerek Vali avutma yapmaktadır.
         Vali İzzet, Muğla ve sahillerinin İtalyanlar tarafından işgalinin endişeye mahal olacak bir mahiyette olmadığını da söyler. Aynı muhabire devamla şöyle demeç verir:
         “Bu dakikaya kadar devletimizin menfaatlerine aykırı Avrupa’ca hiçbir karar olmadığı gibi zuhur edecek kararın aksi olacağına dair de bir emare mevcut değildir. Bilakis memnuiyeti mucip birçok emareler vardır.
         Hep yalan hep dolan!
Oysa bu demeci verdiği gün Venizelos’un metropolithanede okunan mesajı halk arasında çoktan duyulmuştur. Ne tesadüf değil mi? Ne acı değil mi? Vali kimbilir hangi gerekçeyle gözler önünde ayan beyan gerçekleşen bir işgali bile neredeyse reddedecektir.


* Ey parlak güneş nurunu söndür
Rengini Türklüğün ruhuna döndür
Ey nazlı kamer görünme öyle
Elmas livasla salınma böyle
Ey bülbül ötme git gülistana
Feryat et, bağır hazin mestane
Hazin maşukan güllere söyle açmasın
Bahara artık ıtrıhı saçmasın
Ey yeşil ağaçlar, çimenli dağlar
Niçin ırmakların öyle şen çağlar
Duymadın mı hala vatan kan ağlar
Evladı yastadır karalar bağlar
Yunan denilen o eski düşman
Sanki kudurmuş bu melun yılan
Bulunca fırsatı fevretmez hemen
Saldırmış İzmir’e vermeyup aman
Bak galip olunca insanlar neyler
Adalet mürüvvet demez mahveyler
Wilson prensip hepsi boş şeyler
Ezilir mağluplar iman et inan
*Bknz İstiklal Harbi Gazetesi- Bir Anadolu Şairi’nden alıntıdır.


 Saruhan Gönül Dostları 20 Mart 2010

ÇIFIT ÜNİVERSİTESİ'NDE REKTÖR SEÇİMİ...

ÇIFIT ÜNİVERSİTESİ'NDE REKTÖR SEÇİMİ...

PAFLAGONYA'NIN ÇIFIT ÜNİVERSİTESİ'NDE
REKTÖR SEÇİMİ,
ÇIFIT KÜLTÜRÜNE UYGUN OLMALIDIR!

Zurnanın alt deliği, rektör seçimi için işbaşındadır.
Rektör kim olacaktır, kim seçilmelidir?..
Pardon, rektör olacaksa, kiminle pazarlık yapılmalı,
kimin, ne kadar Çıfıt genleri taşıdığı ölçülmelidir!
Çingene-Çıfıt kültürü taşıyan birisi en şanslısı olacaktır.
Çünkü bu üniversite, akranları içinde
en "Alt Kültür Üniversitesi" olmakla ünlenmiş,
öğrenimleri boyunca, öğrencilerini
çeşitli karanlık odalardan geçirerek,
beyinsiz adam yetiştirme görevini üstlenmiştir.
Beyinsiz adam yetiştirmek zor zenaattır.
G.D.O. lu, çekirdeksiz, tohumsuz bostan yetiştirmek gibi.
Vatan evlatlarının kültür genlerini değiştirerek,
mankurt yetiştirmek için yüksek teknoloji erbabı
bir directör gereklidir...

Rektör kim olacaktır?
Rektör seçimi uzun ve yorucu bir iştir.

Çıfıt Üniversitesi'nde görevli bir alt memur,
zurnanın alt deliği olan Palyaço,
rektör seçimi işinde durumdan vazife çıkarmıştır...
Sanki işin sonunda çil çil, çipil çipil altınlar vardır,
çil çil, Çipil Çipil...

Zurnanın alt deliği Palyaço, Dekan değildir,
Profesör değildir, Doçent değildir ama,
rektör seçiminde durumdan vazife çıkarmıştır.
Kendisi zurnanın alt deliği olsa da,
bu üniversite
"Bir Çıfıt Üniversitesi" namıyla bilindiği için,
zurnanın alt deliği olan Palyaço,
Çıfıt soysuz olsa gerek ki
babadan kalma miras zannederek,
kolları, paçaları sıvayarak,
‘Derin Çıfıt Konsorsiyumu’ adına
rektör seçimi işine girişir.

Çıfıt üniversitesinde rektör seçimi zor iştir.
Şehirdeki tüm ayak takımı esnafların,
hırdavatçıların, zerzevatçıların, levazımatçıların, seyyar satıcıların,
kaldırım yosması bohçacıların görüşlerini alarak,
şehrin siyasetle iştigal eden muhabbet tellallarının
yüksek görüşlerine arz edecektir...
Rektörlük makamı da Yüksek Kaldırım'a düşmelidir.
Çıfıt Üniversitesi'nde rektör seçimi,
aynı üniversitede zurnanın alt deliği olan birisi de olsa,
yine bir Çıfıt'ın yetkisinde olmalıdır!..
Öyle değil mi?..

Zurnanın alt deliği Palyaço,
rektör seçmek için büyük bir sorumlulukla hareket ederek,
şehrin tüm hırdavatçılarını, zerzevatçılarını, baharatçılarını ziyaret ederek,
fotokopya zenaatkarlarını dolaşır,
hatta kaldırım yosmalarının da görüşlerini almayı
ihmal etmez.

Çıfıt Çarşısı'na uğramadan olmaz,
Çıfıt Çarşısı'na da uğrar,
Çıfıt Üniversitesi'ne rektör seçiminde
en yetkili kurul
Çıfıt Çarşısı tezgâhtarlarıdır...

Boru değil bu,
koskoca Çıfıt üniversitesine rektör seçilecektir.
Bu iş sokaklarda yapılmalıdır ki böylece
üniversite rektörlüğü de Yüksek Kaldırıma düşsün...
 
Peki, Çıfıt Üniversitesi'nde dekanların, profesörlerin,
doçentlerin kıymeti harbiyesi nedir?..
İşte bu soruyu kendi kendine sorarken,
Palyaço Çıfıt,
çok önemli bir ziyareti unutmuş olduğunu fark ederek,
semerciler çarşısına da uğrar.
Saraçlardan gümüşlü gem takımları alır,
çünkü seçilecek rektöre gem vurulacaktır.
Rektöre gem vurarak bineceklerdir...

Cicili bicili, süslü semerleri görünce çok heyecanlanır.
Seçilecek olan rektör için en süslüsünü,
dekaniler için de çeşit çeşit semerler alarak,
şehirde siyasetle iştigal eden muhabbet tellallarına götürür.
Rektör seçimi işi tamamlanmıştır...
Zaten Çıfıt Üniversitesi'nde bilim adamı olmak
semerini bilmekten gelirdi.
Semerini bileceksin...

Sonunda,
zurnanın alt deliği Palyaço mutludur.
Paflagonya Çıfıt Üniversitesi'nde
beyinleri çalınarak mankurt yapılan öğrenciler mutludur,
babaları da ne kadar mutludur...

Ağzına gem vurularak seçilen,
sırtına semer vurulan rektör mutludur.

Alın direktörünüzü…
Güle güle kullanın,
kazasız belasız binin…

Saruhan Gönül Dostları 7 Mart 2010

* * *

Paflagonya’da ki
Çıfıt üniversitesinden aldığımız ilhamla
Aşağıdaki şiiri arz ederiz:

Laik Soru

Laik soru sorsam laik cevap gelir mi
Zehir yoksa ya iftira ya sus denir mi

Şu gerici Osmanlının her on veziri
Üçü cıfıttı dördü dönme rumdu biri

Bazan yörükten bize Türk olurdu paşa
Ya zehirlenir ya bela alırdı başa

Rum vezir efendim hünkar ciğer köşeniz
Derdi hain imiş sattı sizi paşanız

Vatan selameti için asmak gerektir
Acımayın hünkar demek aslan yürektir

İftira yer yörük paşa ipe giderdi
Suçlu bilirdi kendini bilmezdi derdi

Uzat başı kurtulacak türkün devleti
Görünmezdi kan kusturan dönme illeti

Böyle idi saray devlet devlet içinde
Başı biz ip yahudinin dönme piçinde

Ağ gibi örülmüş kolları yahudi rum
Bize kan kusturan ahtapot gizli kurum

Ya şu laik devletin hiç yok mu içinde
Yoksa gayret mi yok cıfıt dönme piçinde

Cıfıt yok mu sızsın devlete Türk kan kusa
Kısır mı soyu yok mu dönme cıfıt yoksa

Sızsın ta oba oba sızsın bucak bucak
Her köşeye tohum atsın sönsün her ocak

Padişahı halleden varya dönme güruh
O gün gazinin ardına sığındılar yuh

Onu da kullanıp zehir verdiler yine
Sanma ne ona dostturlar ne obirkine

Dönme güruh ismetle kuşattı gaziyi
Atiyi kuşatıp yok ettiler maziyi

Akrep basamakları ağır ağır çıkar
Beş asır hedefte ne usanır ne bıkar

Bir asırda onu zıddı gösterir bunun
İkinci asır düşmanı savunduğunun

Üçüncü asır yol yakındır hedefine
Hafızai beşer biz o usanmaz yine

Dördüncü asırda çepeçevre kuşatır
Beşinci asırda sefaleti yaşatır

Ve o gün kaleleri yıkar birer birer
Katliam olur ne kadın kalır ne bir er

Hayberde iz kaybedersin gelir siirtten
Payitahtta ıspanya selanik giritten

Akreb bir kavimsin kini bin yıl sürüktür
İz kaybeden bir milletin derdi büyüktür

Nasıl bilmece bu tiyatroyu kim çöze
Âlim yok nesep kim bilir iner kim öze

Oba oba kuşatılmışız liman liman
Nerde Eyub Timurhan kalksın bu sis duman

Hastahanede nesli felceder sızınca
Basınla kan döker yalan haber yazınca

Hariciye bize İranlı düşman bulur
Dünya dışında karanlık alem kurulur

Adliye düşmanı astığı alimlerin
Bürokrasi odağı karanlık işlerin

Cıfıtla yaşamın bu kardeşim bedeli
Geri bıraktılar nesli ifsat edeli

Hele ki olmaz pontus hocayla bu işler
Haldun la açılsın gizli yollar keşifler

Yol göstirir Timura yıkar tüm burçları
Firavunun içimizde hain uçları

Gizler çehre dönme en asil Türk edası
Millet susturan medya cıfıt gür sedası

Ele geçirmiş gizli devlet kurumları
Bizans azınlığı dönme cıfıt rumları

Açılmaz bir kapı dur diyecek gidişe
Der cıfıt kirve ihtisas gerek bu işe

Bürokrasi emanettir cıfıt dönmeye
Milletim asırlar rahat yüzü görmeye

Dilimizi ar eyler verin galataya
Bu arabcadır o farsca dil kurtulur güya

Camion kirko kasa gelsin masa
Gitsin meşreb mahkum olsun tasa

Bunlar hangi çağdaş milletin dili
Geldi galatadan öz Türkçemiz gideli

Portekizden geldi bizden Türk şu dönmeler
Arab’a Fars’a yuh yahudiye övmeler

Atalım Arapçayı Farsçayı ya Türkçe
Demek ari oldu galatadan gelince

Öz Türkçe diyen galata ehli oldu dilimin
Meğer ne gündür merkezi imiş bilimin

Yol gösterdin fersah fersah ileri
Gitmişiz de bak şu dünya pek geri

Gönlümüz hoş türkümüz musiki olalı
Bildik onuda sulukuleye soralı

Sulukule yaşa galata sen olmasan
Böyle güllük gülistan olur mu vatan

İssizi yok aç sefil ne gezer bu ülkede
Bir tamamsın Bizans galata da sulukule de

Yahudi ermeni rumunla bir tamamsın
Bizans birin milyonu güder pek yamansın

Boş hastahaneler oldu herkes müştefi
Tarafınızca yapıldı uzayın keşfi

Doğum uzmanı doktor erkek ebelerin
Göstergesi değil mi çağdaş hedeflerin

Pek çağdaşsınız galata pek gericiyiz
Siz uzayı keşfetmişken ya biz neciyiz

Bu marifet senin bizans sanırdık mevta
Türkü uyur çerkezi boştur kürdü softa

Sen olmasaydın geri kalırdık yarışta
Geçtik alemi huzur refahta barışta

Ne faili meçhul ne anarşi bulunur
Irz emniyette mal korunur can korunur

Diplomatın bürokratın hıpokratın var
Seçtin bizden vitrine senin yeraltın var

Pofpoflayıp bizans ahmağı getir başa
Ateş sen olmuşsun bizden bulursun maşa

Bizans bin yıl olsa sırrını açmaz yine
Gizli devlet varılmaz gizli kütüğüne

Çekik göz Japon almanın keltin öncüsü
Bizans hatta tüm âlemde keşfin öncüsü

İlminle ışık saçtında gidildi aya
Yeni kıta sensiz nasıl gider uzaya

Egenin o bir yanı kardeşimiz yunan
İstila etmişti vatanı Arabistan

Yardım etti yunan kurtulduk istiladan
Arabtan irandan binbir türlü beladan

Şaha kalktın galata gizlisi kalmadı
Köhne bizans köhne davadan usanmadı

Kuruldumu köhne bizans işler tersine
Arı gibi çalış millet aç sefil yine

Böyledir bu memleketin mahkum yerlisi
Hakim galatalısı sulukulelisi

Oyun bozacak bir sarasker gerek bize
Bin yıl yürüdük biz her arkaya her ize

Boş yola ne ömürler heder oldu eyvah
Bu yola gidene de götürene de vah

Bu yolda bir sarasker bekiyorum fakat
Haine sert bize yüreğinde şefkat

Ayırır at izini fitne it izinden
Kurtarır milleti gerçek yalan bizinden

Vahyin kitabından bir nur işaret bulur
Bu karanlık alemde bir alem kurulur

Ne milleti ardı boş savaşta kırdırır
Ne olur itler üstüne sürer yıldırır

Yıkar iç kaleleri sürer ta hayber’e
Hayber’i kuşatılır fitneye son vere

Atilhan BÜYÜKSEL

Manisadirilis.net

KÜRESEL EKONOMİK KRİZ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ K. EVCİOĞLU

KÜRESEL EKONOMİK KRİZ
VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
Küresel Ekonomik Depresyonun Eşiğinde
 

          1870 Sedan Savaşı sonrası Bismarck’ın liderliğinde diplomatik güç vektörünü kullanarak yükselen Alman İmparatorluğu, Bismarck’tan sonra yayılmacı bir politika uygulayarak emperyalizme yöneldi. Alman İmparatorluğu Bismarcktan sonra yönetimi eline alan Kaiser Wilhelm II döneminde sömürge arayışına ve paylaşım mücadelesine girdi. Bu paylaşım mücadelesinde yaşanan ve körüklenen gerilim, imparatorluklar dönemini bitirecek olan Birinci Dünya Savaşı’nı patlattı. Yüzyılın başındaki dinamiklere bakan kimileri bu harbi öngörürken kimileri de beklemiyordu. Mesela 1906 yılında Avusturya İmparatorluğu’nun Viyana’daki Sarayı’nda düzenlenen balolarda dünya barışı için vals yapılırken, sulh ve sükun içinde bir Avrupa görüntüsünün sahte yüzünü gören Dimnis Hanau farklı sözler söylüyordu:
          Tam ve kati zaferimiz, Arz-ı Mevud’a avdetimiz, Rusya’nın yıkılmasından sonra husul bulacaktır. Bu mühim tebeddülatı yaklaşan büyük harbten bekleyebiliriz.
          Bu harp Avrupa Milletleri’nin başı ucunda asılı duruyor. Şunu da unutmamalıdır ki bunun en büyük neticesi şu olacaktır:
          Türklerin İmparatorluğu parçalanacak ve o vakit İngiltere gibi büyük bir devlet Filistin’de bizden başkalarının yaşamasına müsaade etmeyecektir.
          Kısacası birileri Dünya’nın harbe gireceğine emindiler.
Dünya tarihine emsalsiz bir adalet temsilcisi olarak geçen Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşünü gözleyenlerin gizli emelleri artık hakikat olacaktı.
Yoksa kendisine çuval dolusu altın teklif edildiğinde ve Filistin’den toprak istendiğinde,
Ecdad kanı ile alınan toprak ancak aynı yolla iade edilir”diyen Sultan Abdülhamit Han’ın yaptığı yanlış mıydı? Yoksa Enver Paşa’nın İttihat Terakkisi’nin yaptığı gibi kağıt para ile Kudüs’ten mahalle satanlar mı haklıydı? Yoksa en değerli varlıklarımızı satarak ve feda ederek stratejik bir başarı sağlanır da Osmanlı borçlarınının tamamı affedilir miydi?!
Böylece Osmanlı parçalanmaktan kurtulur muydu zannediyorsunuz?
Tarihi hakikat perdesi kalkmadan önce dünya harplerinin gerçek sebepleri hep gizlendi. Harplerin sebepleri için sudan bahaneler anlatılıyordu. Hakikatler karartılıyordu. Hakikatlerin kararılması ile de zihinler söndürüldü, beyinler kısırlaştırıldı.
Emperyalizmin yaşattığı tüm krizlerin devamında yaşanan savaşların ortak bir makro ekonomik yönü vardır. Arz fazlası. Arz fazlasını ihraç edebilmek ve büyümeyi sürdürebilmek için sömürünün devamına ihtiyaç duyan emperyalistler kendilerine pazar yaratmak ve bu pazarı genişletmek zorundadırlar. Bu paylaşım kavgasında Alman İmparatorluğunun kurulduğu gün kendilerine Versay Antlaşması imzalatılan Almanlar, yaşadıkları bu felaketten ikinci bir felaketi seçerek yani “Borç Batağı”na sürüklenerek çıktılar. Almanya, aynı güçler tarafından ikinci kez tuzağa düşürüldüğünde Dünya da ikinci kez yapay yollarla birbirine düşman ediliyordu.
İkinci Dünya Savaşı da yine bir ekonomik krizle başlıyordu. 1930 Küresel Ekonomik Depresyonu bütün dünyayı kasıp kavurduktan sonra inanılmaz bir hırs birikimi ile yeniden ateşlenecek bir gerilim potansiyelini oluşturuyordu. Almanların, 1 Eylül 1939 Eylül’ünde Polonya’ya saldırısı ile İkinci Dünya Savaşı başladı. Ve bu harp inanılmaz tahriplerle son buldu. Katılanlardan kazananı olmayan bir savaş dediler bu bunalıma.
Şimdi de İkinci Bin Yıl’ın başında 1930 Krizinden de ağır sonuçları olacağı beklenen bir bunalım yaşanıyor. Her büyük savaşın önünde büyük bir ekonomik kriz bulunması bir tesadüf müdür? Yoksa İkinci Binyılın başındaki bu krizin ardından da mı büyük bir bunalım mı var?
Oysa birilerinin daha fazla sermaye yaratabilmesi için:
Napolyon savaşlarında 6,5 Milyon,
I.Dünya savaşında 19 Milyon,
II.Dünya savaşında 62 Milyon insan öldü.
          Neden?
Geleceği geçmişte aramalıdır. İkinci Bin yılın başında Lehman Brothers’ın batışı ile patlatılarak su yüzüne çıkarılan Küresel Finansal krizine de tarihsel deneyimlerden projeksiyonlar yapılabilir.
Soralım. Neden bu kriz kısa zamanda ve başlangıçta örtme, oyalama ve iyimser inkarlara rağmen kısa zamanda bir küresel bir ekonomik krize dönüştü?
İktisadi etmenler doğrultusunda bu konuya bakacak olursak krizin görünüşteki nedeni olarak gösterilen ABD Konut Piyasasını incelememiz gerekir. Çünkü ABD Konut Piyasası’ndaki köpük, bütün dünyadaki finansal kurumları zarara uğratacak ölçüde yıkıcı olabildi. Banka Çözünürlüğü (Bank Solvency) sorgulanırken, bankacılığa güven sarsıldı. Kredi bulunabilirliği zora düşerken yatırımcının kurumlara güveni tamamen zedelendi. Kredi Reyting (Credit Rating) kuruluşlarının mortgage bağlantılı riski fiyatlandırmadaki başarısızlığı şaşkınlık yarattı. Hükümetler krizi ilk planda parasal genişleme yaratarak çözmeyi denediler. Batmakta olan kurumları kurtarma yoluna gittiler. Ama nafile oldu!
ABD’de konut köpüğü 2005 ve 2006 yılında doruğa çıkmıştı. Subprime ve ARM’ler (Adjustable Rate Mortgage) hızla yükselirken kolay borç alma ve uzun vadedeki ev fiyatlarının yükselme eğilimi nedeniyle konut satışında patlama yaşanmıştı. Krediler ucuzladığından yapısal yönden farklı olan bu piyasaya hücum yaşanıyordu ama bu hücum sonrasında 2006-2007 yıllarında faizlerin yükselişe geçmesi ve konut fiyatlarının da düşmeye başlamasıyla finans bulmak (refinancing) giderek zorlaşmaya başladı. 
Dolayısıyla insanlar borçlarını erken kapama eğilimine girdiler. Ayarlanabilir faiz oranları yeniden ayarlanarak yükseltildi.Ödeme gücü elinden alınan insanlar bir tür tuzağın içinde buldular kendilerini. Bu arada krizin başladığı 2007 öncesi yıllarda, 2002-2007 arası Asya’da hızla gelişmekte olan ekonomilerden ve Petrol Üreticilerinden ABD’ye önemli ölçüde yabancı para girişi yaşandığından bu para girişi sayesinde Federal Reserve Bank faiz oranlarını istenen ölçüde tutabilmeyi başardı. 
Kredi bulabilmek kolay olunca tüketiciler kolayca borçlandılar. Bir yandan borç yükü tırmanırken bu piyasadaki cazibe yatırımcıların farklı yöntemlerle kredi bulmalarını tetikledi. Doğrudan borçlanılan kurumlar da başka kurumlara borçlanınca bir köpük şişmeye başladı. Konut piyasasında “Housing” ve kredilerde ki şişmenin bedeli ise sonunda çok ağır oldu.
Mortgage ödemelerine ve konut piyasasına dayalı sözleşme sayısı hızla çoğalıyor dünyanın her yerinden bu piyasaya yatırım akıyordu. Ama konut fiyatları düşmeye başlayınca bu piyasaya borç alarak “Subprime ve MBS’e (Mortgage Backed Securities)” yoğun şekilde yatırım yapmış olan dünyanın en büyük küresel yatırımcı kuruluşları kolay kazanma çabasıyla hevesle daldıkları bu tuzaktan ağır hasar alarak çıktılar. Mortgage borcunun altında kalan evler yok pahasına düştü. Borçları erkenden kapama eğilimi ortaya bir salgın çıkardı. Bu salgın paniğe dönüşerek 2006 yılında tüketicilerin varlığını yok etmeye ve güçlü bankaların kuvvetini ortadan kaldırmaya başladı. Bu arada kriz, konut sektöründen ekonominin diğer sektörlerine de sıçramaya başladı. Kayıplar giderek arttı. Toplam kayıplar küresel planda trilyonlarca dolara ulaştı.
Finans sisteminin kırılgan olma nedeni arasında politika yapıcılarının basiretsizliği önemli rol oynadı. Bunlar konut piyasasındaki kurumların ekonomi üzerindeki rolünü küçümsediler. Bu kurumlara, bankaların ve hedge fonlarının oynadığı rol ölçüsünde itibar edilmemesi ve gözden kaçırılması ana hata oldu. Konut ekonomisinin ABD ekonomisine kredi yaratma rolüne itibar edilmedi. Regülasyonlar, zayıf kaldı. Bu kurumlar köpük şişerken patlamaya yastık olacak finansal önlemleri almadılar. Köpük patladı ve önce finansal kurumlar ve sonrasında tüm ABD ve dünya ekonomisi kısa sürede felç oldu.Kriz davul zurna ile geldiği halde basireti bağlananlara bu darbe tarihsel bir vuruş ve beklenmeyen bir tokat oldu.             
Hükümetler krizin önünü kesemedi. Ayrıca henüz dibin görülmediğine inanılıyor. Başta birçok gelişmiş ülke olmak üzere durgunluk sürüyor. Kriz halen gelişmekte olan ve ihracata dayalı ekonomileri daha da zorlamakta.
Uzmanlar krizin geleceğini ABD ve AB’nin izleyeceği para politikasına bağlamaktadırlar. Bir taraftan enflasyonist baskıların başladığı bir dönemde kamu borçlarının alınan tüm önlemlere rağmen arttığı görülmektedir. Borsaların operasyonları da tehdit altındadır. Rus Borsası krizin başında yaşadığı şiddetli şoklar sırasında iki kez kesinti yaşamıştır. Daha krizin ilk yılı içinde 2008 Ekim itibariyle dünya borsalarında yaşanan düşüşler yüzde 40’ın üzerine çıkmıştır.
Finansal bağlantıların etkinliği ölçüsünde yaşanan kriz daha da derinleşmektedir. Önce hızla küreselleşen ağlarla birbirine bağlanarak güçlendiği öne sürülen dünyanın şimdi hızlı bir şekilde damarlarındaki kan çekilmektedir. Ticaret ve fiyat politikaları sarsılırken gelişmiş ülkelerdeki remitanslar düşmektedir. FDI (Foreign Direct Investment) dedikleri Doğrudan Dış Yatırımlarda keskin bir düşüş yaşanmaktadır.
Bankacılık da sorgulanmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde geçmişte rahatça borç veren bankalar şimdi eskisi gibi borç verme gücüne sahip değildirler. Bu Arjantin, Pakistan ve Ukrayna gibi hala borca bağımlılığı süren ülkeleri tehdit etmektedir.
Öte yandan bütün ülkelerin yardım bütçeleri sarsılmaktadır. Bundan yardım alan aç ülkeler olumsuz yönde etkilenmektedir.
Koşar adımlarla küreselleşmeye sarılan ülkelere şimdi de regülasyondan söz edilmektedir. İhracat yapan ülkeler sarsılırken tüm dünyada faiz ve döviz politikaları gözden geçirilmektedir. Devletleştirmeye sarılan bir anlayış yeniden hakim olmaktadır.
Şimdi 2010 yılının eşiğinde krizin daha da derinleşmesi bekleniyor.
Özetle, bu krizin bir “Küresel Kaos”a dönüşmesi için bütün şartlar hazırlanıyor. 
Kriz başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bütün dünyayı tehdit ediyor. Krize ekonomik kavramlarla açıklama getirenler olanları “durgunluk” kavramı ile açıklıyorlar. Ne ki artık bu bunalımın belirtileri bir küresel ekonomik depresyonunufukta olduğunu işaret ediyor.
Küresel krizin başlangıçtaki tüm inkarlara rağmen yapısal bir kriz olduğu artık inkar edilemez bir gerçektir.Çünkü bukriz sarmal bir bunalım yörüngesinde ilerliyor. Sözkonusu kısır döngü, devletlerin ve onun yapı taşı vatandaşların enerjisini tüketiyor. İnsanlık, açlık ve çevre felaketlerine ek olarak küresel kaosla yüzyüze bırakılıyor.
Krizin başlangıçta yalnızca bir finans krizi olarak kalacağını öne sürenler yanıldılar. Kriz, ABD’de Mortgage çevriminde yaratılan köpüğün borçların çevrilememesi nedeniyle patlaması yoluyla bulaşıcı hale gelerek kapitalizmin yapısal bunalımına dönüştü. Şimdi bu bunalım ile birlikte kapitalizm, sermaye, faiz ve kapitalizme alternatifler tüm dünyada tartışılıyor.
Bu kriz, hem talep edenleri ve hem de arz edenleri ilgilendirmektedir. Özetle, sözkonusu kriz herkesin krizidir. Tüm dünyanın krizidir. Bulaşıcı niteliği ve yayılma özelliği nedeniyle tüm dünyayı sarmıştır.
Enerjileri kısır bir döngü içinde hızla tüketilirken devletlerin otoriteleri yok olmaktadır. Bunun arkasından gelen bunalımlar rejimleri tehdit etmektedir. Eğer hayatta kalmak ve hayatı idame ettirmek giderek boyunları daha da sıkan bir zulüm ve baskı ilmiğini sıkmak gerekirse kaçınılmaz olarak yaygın toplumsal bunalımlar çıkacaktır. Bu şekilde ortaya çıkacak ve geometrik bir hızla artacak yeni sosyal krizlere devletlerin dayanması mümkün gözükmemektedir.
Doğal olarak bunalım yaşayan her ülkede suç oranları artacaktır. Etnik çatışmalar yoğunlaşma eğilimi taşırken adi suçlarda patlama beklenmektedir. Artan suç oranlarını indirebilmek amacıyla polisiye tedbirler devreye girecektir. Devlet ile birey tıpkı önceki ihtilallerde olduğu gibi karşı karşıya getirilmektedir. Bu da Küresel Faşizm’in yeniden dirilmesine neden olabilecektir.
Bu kez tuzak küresel planda tüm ülkeleri içermektedir. Bu tuzaktan kurtulmak ve çözüm bulmak için bir düzen önerilecektir. Yeni Dünya Düzeni.
Tek bir devlet ve tek bir para birimi!
Çarpıcı sorulardan biri şudur. Bu kaos davul zurna ile gelirken uluslararası zengin ve süslü ekonomi strateji kurumları neden krizi  öngöremedi? Yoksa bu kriz de tarihi değiştirme gücüne sahip olduğuna inananlar tarafından mı kurgulandı?
Şimdi de biz soruyoruz? Televizyonlarda liberal ekonomiyi askılı pantolonlu giysileri içinde kibir dolu şovları ile savunurken ve halka güdülenen sürü gözüyle bakan maskara uzman bozuntuları nerededir? Arkasında durdukları liberal sistemin dev bir çatırdama yaşadığı bir dönemde aydın ihaneti yaşatan pişkinler, hazineleri tüketenler nerede saklanmaktadır? Sahte risk değerlendirmeleri yaparak kasaları soyanlar, özenle biriken servetleri eriten devlet düşmanları nerededir?
Ne yazık ki küresel resme bakıldığında fikir ileri sürmeye ve yorum yapmaya mecali kalmayan yorgun, bıkkın ve şaşkın duruma düşürülmüş insanlığın mecali yoktur. Çünkü küresel kan emicilerinin güce dayalı iktidarının önü şimdilik kesilememektedir.
Lakin bu da bir Kozmos gerçeğidir. Tarih, doğrudan gücünü deneme sahası bularak önüne geleni ezip geçerek kendilerini Tanrı’ya rakip gören güçlerin öykülerini de yazar. Ama Yüce Yaradan’ı rakip bulanların sonu sakın Fil Sahiplerinin Kabe’nin üzerine yürüdüğü maceradaki hazin sonu gibi olmasın! Ebrehe’nin macerasına benzemesin!
Bunlar, binlerce yıllık özlem ve planlarını Yeni Dünya Düzeni ile yaşama geçirmenin zannı ile rüyalarında gördükleri Vaad Edilmiş Topraklar hülyasına Küresel Para Tanrıları aracılığıyla bu denli yaklaşmanın kibiri içindedirler. Lakin Firavun da böyle kibirlenmişti! 
           Kuşkusuz yeni binyıl fevkalade değişim ve dönüşümleri beraberinde getirecektir.  Gerek dönüştürme, parçalama ve gerekse de ortadan kaldırma yoluyla “ Birinci Dünya Savaşı ile İmparatorluklar Çağı’nda sonra Ulus Devletler Çağı”nın kapatılmak istendiği çok açık görülmektedir. Bin küçük devlete bölmek sonra hepsini bir tek sancağın altına almak ana statejisiyle doğrudan  Küresel Krallık mensuplarının sahibi olduğu şirketlerle ve Hükümet Dışı Organizasyonlar-NGO’lar (Non Governmental Organizations) aracılığıyla dünyayı şekillendirme çabası sürmektedir.
Öte yandan da “Devletsizleştirme ve Milletsizleştirme Çağı” yaşanmaktadır. İstatistikler dünyadaki en büyük 100 ekonominin sadece %47’sinin devlet, %53’ünün ise şirket olduğunu söylemektedir. Bu bile birçok hakikatı ifade ediyor. Dünyayı, sermaye eline geçirmiş durumdadır.
Devlet kavramının içi boşaltılıyor. Değerler yok ediliyor. Yorumlayana göre değişen gücü yansıtan bir düzen yürürlüğe konuyor. Kanunlarınızla ve devletinizle alay ediliyor. Sözde Aydınlanma Çağı’nın; özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi kıymet gören kavramlarının içi boşaltılıyor. Eşitsizlik giderek büyüyor, yoksulluk artıyor. Adalet terazisi eğiliyor.
Artık Yeni Dünya Düzeni Çağı başlamıştır. Devletler büyük sermayeye karşı duramamaktadır. Birçok dünya yöneticisi Küresel Krallığa uşaklık etmekte ve onların emirlerine harfiyen riayet etmektedir. İkballeri için onlardan övgü ve nişanlar almaktadırlar. Bu insanlar küçük hesaplarla tekrar iktidara gelmeyi hedefleyen ve hükümetleri olan zavallı demokrasilerdir. Küresel ekonominin milli ekonomileri ortadan kaldırmasıyla dünya küresel şirketlere teslim edilmiştir.
Küresel ekonomik krizin acı sonuçlarından biri de işsizliktir. Ürettikleri arz fazlasını yönlendiremedikleri ve pazar yaratamadıkları takdirde şirketler ayakta kalmanın geçici yolu olarak çalışanlarının aldıkları ücretlere göz dikmektedirler. Bu kapitalizmin gereği olarak sunulmaktadır.
Krizde zaten giderek yavaşlayan bir dünya ekonomisinin çarkları içinde Deniz Taşımacılığı’nda da büyük düşüşler yaşanmıştır. Alışveriş ekonomiye hayat veren kanın paranın dolaşımını sağlamaktadır.
Bu kanın kesilmesi kaos yolunda büyük bir darbe olacaktır. Kriz ve onunla birlikte çıkarılan pandemiler için laboratuvarda üretildiği öne sürülen virüslerin dünyaya yayılması ile küresel alışverişin etkilenerek küresel ekonomiyi vurması istenmektedir. Salgın hastalıkların ticaret yollarını kesmesi ve alışverişin durma temayülü yaşaması istenen kaos için bulunmaz bir teşebbüs olabilir. Bu sinsi planın hayata geçirilmesi sonucunda krizin sonraki aşamasına geçilebilir.
Bu şimdilik dünya yöneticilerinin ağzına almadığı ve değinmek istemediği bir aşamadır. Ekonomik durgunluktan sonra ekonomik depresyon ekonomileri sinsi bir şekilde tehdit etmektedir.
Uygulanan yöntemin kısaca adını koyarsak bu kriz bir açıdan dünya devletlerini güçten düşürme operasyonudur. Birçok ülkede para basma yeteneği ve yetkisini elinde tutan Küresel Krallık kararını vermiş, sürgündeki vaadedilmiş topraklardan gerçek Vaad Edilmiş topraklara taşınma aşamasına geçmiştir.
Ne yazık ki hesap edemedikleri bir hakikat vardır. Bilemedikleri istikametten ağır ağır felakete çekilmektedirler. Yüce Yaratan’ın iradesi dışında dünyaya hükmettiğini zannedenler ne kadar yanıldıklarını Yakında anlayacakardır. İnsanoğlu ne zaman bir büyük felaket yaşasa Onların bunda payı olduğunu söyleyen Yüce Kuran-ı Kerimin mesajını iyi okumak lazımdır.
Yükseldiklerinde başlarını bir sarhoşluk saracaktır. Bilinmeyen bir şekilde yeniden yükselişlerinin hızla bir mahvoluşa dönüşeceği günde ise hüsranları kaçınılmaz olacaktır. Çünkü Yeryüzünde adaletle hükmetme kültürü olmayan bir kavim dünyaya hükmedemez. İskender ve Roma İmparatorluklarına bakmayın. Onlar da yerleşik ve kalıcı barış kuramadı. Son yüzyılda Pax Romana’dan sonra Pax Americana da başarılı olamadı.
Öyleyse bunlar dünya sahnesini sadece hareketlendiren oyuncu olmaktan öteye gidemezler. Yaptıkları, zıtlıklar hikmetiyle varoluşun hayatiyetini ateşlemektedir. Uyuyanlar, zulüm gördükçe uyansın ve Kozmos neyi gerektiyorsa ona yönelsinler diye!
Kaos zaten kozmosun hep içindeydi. Ama Kozmos’ta hiçbir zaman düzeni bozmak isteyenler başaramamışlardır.
Ülkeler her çeşit çalışmanın denendiği bir deneme tahtası haline getirilmiştir.  Dünyaya açılıma karşı olmak bir yana kontrollu ve serbest irade içinde olmak bir yanadır. Dış güçlerin projeksiyonu rant ve menfaat beklentisi içinde olan iç odakların istenildiği gibi piyon olmasını sağlamıştır.
Onlar ne derse o olsun mantığıyla hareket edilemez.
Ülkelerin boynuna geçirilen borçlanma  bir tuzak olma özelliğini sürdürmektedir.
Paylaşım hırsını ateşleyen ve yakın gelecekte kavgalara yol açabilecek bir krizin içinden geçerken dünyaca alınan mali tedbirlerin pansuman mertebesinde mi yoksa köklü çözüm mü olduğu konusunda her konuda olduğu gibi tam bir karmaşa vardır. Zaten istenen de buydu. Küresel Kaos ve kaostan düzen çıkarmak!
Binyılların planıdır bu hedef. Bu hedefi tutturmak için daha çocukken zihinleri yıkanan bir topluluk ve onu güden imparator sermaye dünyayı ve insanlığı çeke çeke felakete sürüklemektedir. Bu insanlık kavramı ile tanımlanan küme içinde bizzat kendi dindaşları da bulunmaktadır.
Yüce Yaratan yeryüzünde fesat çıkaranlara izin vermeyeceğini beyan etmiştir.  Doğrusu bu oyunu daha ne kadar sürdürecekleri konusunda kendileri de hemfikir değillerdir. Düşmanlıklar üzerine inşa edilen ve yüzyıllarca dışlanmışlıktan doğan bir seçilmişlik zannı içindeki kibir ve paranoya insanlığı yine hüsrana götürebilir.
Bunlar inkar ettikleri Stratejik planlarındaki maddeleri bir bir hayata geçirirlerken Milletlerin yetersizliğinden ve fakirliğinden, satılmış idareciler elinde olmalarından had safhada istifade etmeleri dolayısıyla iyice şımarmışlardır. Ama:  
Kuşkusuz onlar yine hüsran kazanacaklar. Çünkü Kur'an-ı Kerim diyor ki::
“Her ne zaman onlar harb ateşini tutuşturdularsa Allah onları söndürür. Halbuki onların adetleri yeryüzünde fesat çıkarmaktır. Elbetteki Allah müfsitleri sevmez.”

Kemal Evcioğlu 20 Kasım 2009