16 Ocak 2011 Pazar

Mürteci Nâzım Hikmet (2)



         Şimdi Can Dündar’ın Menemen Belgeseli’nde yayınlanmayan röportajlarına geri dönelim:
“Bunlar gelmeden Menemen’de gericilik yoktu. Ama parti meselesi vardı. Serbest Fırka kazanmıştı. Onun intikamı mı, bilmem. Bildiğim şu ki Menemen’in bu işte hiçbir suçu yok. Zaten içlerinde Menemenli de yok.”(Can Dündar, age)
Bu sözleri belgeselde söyleyen Sami Özyılmaz…
         Serbest Fırka Olayı her zaman için Atatürk’ün “danışıklı dövüşü” olarak sunulmuştur. Aslında burada yıpratılmak istenen Atatürk’ün bizatihi kendisidir. Ortada bir danışıklı dövüş yoktur. Mecliste bazı muhalif grupların varlığı baştan beri biliniyordu.Bu muhalifler arasında tek kişilik “grup” niteliğini taşıyanlar bile vardı. Nitekim Topal Osman Ağa’nın cinayeti de ardında büyük bir örgütlenme olan “tek kişilik grup” olarak sunulmaya çalışan bir milletvekilinden kaynaklanan bir olaydı ve hazin bir sonuca ulaşmak zorunda kaldı.Bu “tek kişilik gruplar”dan biri de Abdülkadir Kemali (Öğütçü) Bey’di.
         Serbest Fırka ise zaten varolan “muhafazakâr” (eskiyi savunan) insanların serbest bırakılmalarında olabilecek olayları gösterdi. Cumhuriyet ilan edileli 17 yıl geçmeden sadece halkın dini duygularını kullanarak hiçbir gelişme planı ve projesi sunmadan din üzerinden politika yapmak isteyen kısır insanların partisi haline gelen Serbest Fırka bir bakımdan Cumhuriyetin “sübapı” olmuştu. Fazla hava bu parti sayesinde tahliye edilebildi.
Serbest Fırka’nın etkin olduğu yer olan İzmir’de Menemen’e Adana’dan taraftar yollayan bir “ezeli muhalif” vardı: Abdülkadir Kemali… Çünkü Mustafa Kemal’e düşmandı. Onu meclisten tasfiye eden ve Talat
Paşa’ya olan yakınlığıyla bilinen Abdülkadir Kemali Öğütçü, Menemen İsyanı’nın patlak vermesinden tam bir gün sonra Halep’e kaçar.
         NEDEN?...   
         Oysa Adana’da çıkardığı Tokgöz Gazetesi 30 Aralık 1924’te altı yıl önce zaten kapatılmıştı ve basın yoluyla bir suç işlediği iddia edilemezdi. Kurmuş olduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası ise 21 Aralık 1930’da (Menemen Olaylarından 3 gün önce ) Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştı.
         Yoksa Hasan Pulur’un 11 Mart 2006 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yazdığı gibi miydi kaçış nedeni:
          “Serbest Fırka kapatılıp muhalefet susturulunca, sıranın kendisine geleceğini anlayarak ailesiyle yurtdışına kaçar, sekiz buçuk yıllık sürgün hayatı başlar. Bu, Beyrut, Şam, Halep ve Kudüs’te ve her günü yurt hasretiyle geçen bir süredir. Orhan Kemal ‘Baba Evi, Avare Yıllar, Cemile, Dünya Evi’ adlı romanlarında hem bu yılları, hem babasını anlatır.
         İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yurtdışındaki muhaliflerin dönmelerine sıcak bakması üzerine Abdülkadir Kemali Bey Türkiye’ye döner ve Adalet Bakanlığı’ndan görev ister. Bergama hâkimliğine atanır, sonra da istifa edip Adana’ya gider, avukatlığa başlar. 1949’da Ankara’da vefat eder.”
         Belki de böyledir. Ancak Orhan Kemal, hatıralarında şöyle bir şey diyor: “Beyrut’ta Fıstıklı tarafında oturuyorduk. Lübnan teb’ası olmadığımız için, babama avukatlık yaptırmıyorlardı. Babam da annemin bileziklerini bozdurdu, on altın lira sermayeyle, Burç Meydanına çıkan aralıklardan birisinde, yüksek bir apartmanın altında, küçük bir lokanta açtı. Babam lokantaya pek uğramazdı. Yemekleri
Süreyya adında bir Türk mültecisi pişirir, Niyazi’yle ben de lokantanın garsonluğuyla bulaşıkçılığını yapardık.”
              Fransız Mandası altında bulunan Beyrut’ta lokanta açıp oraya seyrek uğrayan bir adam diğer boş zamanlarda neler yapmaktadır?...
         Dileyen Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Meral Demirel’in “Tam Bir Muhalif “ isimli doktora çalışmasından onun hatıralarını okuya bilir…

GELELİM NÂZIM HİKMET’E
         Şeyh Sait Ayaklanmasında da Diyarbakır cezaevine yollanan Abdülkadir Kemali Bey’le 1940’ta Orhan Kemal ile aynı koğuşu paylaştığı zaman tanışır Nâzım. Orhan Kemal ona babasını anlatır.
         Daha önce Menemen ayaklanmasındaki mürtecilerle aynı koğuşta kaldığı sırada “Şeyh Bedrettin Destanı”nı onlardan ilham alarak yazan Nâzım, bu kişiden etkilenir…
          “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabında “Şevki Bey” adı altında onu anlatır:
          “Beni yanlış anlamayın oğlum,/ evhamlı ve meyus değilim./ Hakikatleri ben / Bir Müslüman / Yani tam / Bir adam / Halinde uyanık rüya gibi görünüyor / Ve hudutsuz bir kalbin ancak dayanacağı sabır ile / Geleceğin hesapsız maceralarını seyrediyorum.”
(…)
         “Şevki bey Birinci Büyük Millet Meclisi’nde de
-         bundan yıllarca evvel-
yine böyle dev gölgesiyle yükselir ve sağ kolunu yine böyle fırlatıp öne doğru her nutkun sonunda –fakat böyle Kuran’dan ayet değil- şu beyti okurdu:
     “Namı insaniyete, iman-ü vicdan namına, / hakkı hürriyet yolunda fışkıran kan namına…”
Grupların dışında muhalifti.
Cesurdu Topal Osman’ı şaşırtacak kadar. / Onu ikinci mebus çıkarmadılar. / dövüştü. / İstiklâl mahkemesine düştü / Çıktı hapisten.
Halep’e kaçtı kavgaya dışarıdan devam etmek için.”
(…)
Ve Şevki Bey:
Anlaşılmamış bir kahramanın ölüsü yüreğinde
Ve hâlâ bu ölüden korkarlar, diye bir teselli,
Ve koltuğunda Protestan bir Kuran’la döndü memlekete
Halep’ten.” (vurgular bana ait-DA) (N.Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, YKY, İst, 206, s.339-340)
     Biraz daha Nazım Hikmet’ten Şevki Bey karakterinin projesini izlemekte fayda var çünkü Şevki bey karakteri ile anlatılan “Tam Bir Muhalif” Abdülkâdir Kemali Bey’in düşüncelerinin ne olduğunu o zaman anlayabiliriz. Böylece Nazım Hikmet’in neden Abdülkâdir Bey’e  önem verdiği ortaya çıkar. Nâzım aynı kitabının 342. sayfasında şunu söyler:
     “Hem şunu bil ki, oğlum,
     Hiç ve hiçbir meslek
     Hiç ve hiçbir mezhep
     Ve onun salikleri
     İlahi esasatın dışında yaklaşmaz bize ve dost olamaz.
     Sema ve zemini idare eden kuvvet
     Saadetini isteseydi insanların
     Derhal bahtiyar kılardı onları.
     İstemiyor demek.
     Nasıl?
     Yobaz düşüncesi değil mi?
     Fakat, oğlum,
     Bu cerhonulmaz bir hakikattır.” (Vurgular benim- DN) (N.Hikmet, age, s.342)
     Abdülkâdir Kemali Bey, o dönemde hem Cumhuriyet karşıtıdır hem de meşruti bir saltanatın yanlısıdır. Tabii, bu meşruti saltanat düzeni içinde hayran olduğu kişilerin iktidarda olmasını ister. Talat-Enver-Cemal üçlüsünün öğrenciler içindeki sıkı bir militanıdır ve Talat Paşa’ya hayranlığı o derecededir ki üçüncü çocuğu olan kızına Talat adını koyar. İstanbul’da İttihat ve Terakki adına dernek basar, cam çerçeve indirir ve Karagöz Dergisi çizeri Ahmet Rıfkı’yı bir güzel dövüp kafasını kırmış olmakla da övünür… Yani tam bir fedaidir…
     Bu fedai, Birinci Meclis’in açılışının ilk haftası kürsüsünden de şöyle haykırmıştır:
     “…hatta Padişah Efendimiz Hazretlerini kurtardıktan sonra da biz karar vermedikçe bu Meclis’i feshedecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu böyle bilinmeli!”
     Pekiyi, Nâzım Hikmet neden “bir Müslüman yani tam bir adam” olarak tanımladığı hilafet ve saltanat yanlısı Abdülkâdir Bey’i yüceltir. Üstelik onun görüşlerinin ”yobaz düşüncesi” olduğunu kendi de söylediği halde…

     ABDÜLKÂDİR KEMALİ’NİN İŞLERİ
      Serbest Fırka’nın okuma yazma bilmeyen halkın dini duygularıyla oynayarak siyaset yapmasının tehlikelerini gören Mustafa Kemal Paşa yönetimi, parti’yi kapatma kararı alır ve “üçüncü grup” lideri Abdülkâdir Kemali’nin Adana’da kurduğu Ahali Cumhuriyet Fırkasını da kapatır ama Abdülkâdir Kemali Bey’in yaptığı iş sadece muhaliflik değil eski günlerindeki gibi fedailiktir.
     Menemen Olayı’ndan önce sakal bırakır, İzmir, Aydın ve Manisa yörelerini gezer. Sakal bırakmak birkaç günlük iş olmasa gerektir. Yani önceden planlanmış bir hareket içindedir.
     Serbest Fırka’nın din duygularıyla halkı tahrik etmesi, meşruti bir saltanat taraftarı olan Kemali’nin işine gelir. Kendi propagandasını yapar. Ancak, daha sonra Yunanistan’a 8 Eylül 1922’de kaçıp Hıristiyan olacak ve Hüsnüyadis ismini alacak olan Manisa Mutasarrıfı (valisi) Hüseyin Hüsnü’nün kardeş çocukları olan ve Nâzım Hikmet’in “destan”ında “üç prangalı” olarak andığı derviş Memet, Şamdan Memet ve Sütçü Memet ile görüşür.
     Daha sonra Menemen İsyanı başlar…
     Olayın asıl planlayıcıları Yunan ajanı Hüsnüyadis, İngiliz ajanı ve İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından Danıştay üyesi Sait Molla ve Suriye asıllı Dürzî Şeyh’i Sükuti’dir. Abdülkâdir Kemali ve arkadaşlarına muhalifliğinin getirdiği şevk ile bu harekete destek çıkar ve bir militan olarak Manisa’da çalışır.
     Burada Nâzım’ın “Protestan Kur’an ile döndü Halep’ten” demesi manidardır çünkü bu dizelere göre Nazım Hikmet bu ilişkiyi bilmektedir (ya da en azından Orhan Kemal aktarmıştır). Bunun nedeni ,avukat olan Kemali’nin bulunduğu Adana’ya yirmi dakika mesafede olan Protestan Misyonerliği yaptığı bilinen Tarsus Amerikan Koleji’yle ilişkileri olabilir mi?...
    
     Orhan Kemal’in kendisinin de söylediği gibi babası Beyrut’ta Fransız mandası altındaki bir yerde iş yapmasına rağmen işyerine pek fazla uğramaz…

     Manisa çalışmalarından sonra Adana’ya geldikten sonra bakanlar kurulu kararı ile partisi kapatılır. Ancak, partisinin 21 Aralık 1930’da kapatılmasından üç gün sonra ve Menemen Ayaklanması’ndan bir gün sonra Suriye’ye kaçar…

     Bu da onun Manisa’dan gelen provokatörlerin bir olay çıkaracağını bildiği ve soruşturma sonunda işin ucunun  kendine dayanacağını bildiğini gösterir.

     LİSTE YAPALIM

     Nâzım Hikmet’le başladığımız bu anlatıma bir liste ile devam edelim:

1.    Abdülkadir Kemali, Talat Paşa hayranı bir meşrutiyetçi militandır.

2.    Aynı şahıs, düşünceleri için bir parti kurar.

     3.Aynı şahıs, Nâzım’ın deyişleriyle “yobaz” bir Müslümandır.

             4.Aynı şahıs, Adana’da sakal bırakıp çalışmalara girişir.

             5. Aynı şahıs, Menemen olayı patlak verince yurt dışına kaçar.

             6.Nazım Hikmet, Bursa cezaevinde Menemen isyancılarıyla tanışır.

             7.Onlar için bir destan yazar.

             8.Destanında rüyasına neden olan beyaz gömlek koğuş arkadaşı Tornacı Şevki’nindir.

             9. Memleketimden İnsan Manzaralarında anlattığı Şevki Bey’dir.

             10.Kavgaya (?) dışardan devam eden Şevki Beyi över.

             11. Protestan bir Kur’an yazdığını belirtir.

            
             Bu konuda Nâzım tek değildir. Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü, Behçet Çelik ve Mustafa Arslantunalı ile yaptığı röportajda şöyle demektedir:
         “Geniş düşünceli, her düşünceyi en azından dinleyebilen bir insan dedem. Sosyalizm, komünizm, faşizm hakkında söyleyecek sözleri olan biri. Çok geniş bir kültürü var. Yurtdışında yaşadığı yıllar boyunca yanında taşıdığı Kur’an-ı Kerim’in yanına açıklama yazıyor. Bu gün bu işi çok iyi bilen insanlar, bu açıklamaların çok önemli olduğunu söylüyorlar.” (Vurgular benim-DA) (Virgül Dergisi, sayı: 97-98, Temmuz- Ağustos 2006)
         Yani, kendince İslam için yorum getiren, Tarsus Amerikan Koleji’nden Protestan destek alan, manda altındaki Suriye’ye oradan Fransız bölgesi olan Lübnan’a giden ve iş yerine bile uğramadan gezen bir mürteciyi (ki Cumhuriyet ve saltanat ile Hilafetin kalkması ileri bir adım ise meşruti bir saltanat savunmak mürteciliktir) Nâzım Hikmet övmekte ve savunmaktadır…
        

         Şeyh Bedrettin Destanı’nda Menemen Olaylarındaki mürtecileri destan haline getirmektedir.

         Kaldı ki tarihteki gerçek Şeyh Bedrettin, Beyazıt’ın oğullarından Musa Çelebi’yi desteklemiş ve onun yenilmesi üzerine gözden düşmüş bir kazaskerdir. Yani bir bürokrattır. Çelebi Mehmet ona bin akçe yıllık bağlamasına rağmen iktidardan düşmüş olmasını hazmedemeyen bir politikacıdır.

         Bunun neresi ilericilik?...

         Eğer Nâzım Hikmet, Şeyh Bedrettin’in “özel mülkiyete karşı çıkışını” sosyalizm adına kendine yakın görüyorsa, İslam Tarihinde daha önce aynı söylemlerle ortaya çıkan grupları da anması gerekmez miydi?...

         Buradan anlıyoruz ki Nâzım Hikmet, Şeyh Bedrettin Destanı’nda gerçek Şeyh Bedrettin’i değil, hapishane arkadaşları olan esrarkeş mürtecileri övmektedir. Bunun devamını bir başka mürteci ve yabancı ajanı olan Abdülkâdir Kemali’ye destek çıkmasıyla getirmektedir.



         ESRARENGİZ SORULAR

         Kavgaya dışarıdan devam etmek için diyerek övdüğü Abdülkâdir Kemali’nin kavgası neydi?

         Abdülkâdir Kemali, bir komünist miydi?

         Eğer komünist ise Menemen ayaklanmacıları mürtecilere neden destek çıkmıştı?

         Abdülkâdir Kemali bir şeriatçı mıydı?

         Eğer öyleyse neden Nâzım Hikmet ona destek çıkıyordu?

         Nâzım, Şeyh Bedrettin Destanı’nda neden mürtecilere destek veriyordu?

         Şiirine tarihi bir şahsiyet olarak, Abdülaziz oğlu İsrail ile Helen asıllı bir Hıristiyan iken Müslüman olup Melek ismini alan kadının çocuğu olan ve bugün Yunanistan’da bulunan Simavne’de doğan Şeyh Bedrettin’i seçmesi rastlantı mıdır?

         Bütün bunların ışığında diyebiliriz ki Nâzım Hikmet, ağırlıklı olarak mürtecileri desteklemiş ve onları destanlaştırmış.




          
Davut Akova, Yesevi Dergisi, 18 Şubat 2007
                Özür ve düzeltme

Bir önceki yazımızda Nâzım’ın yerini alan “Hüsmettin Özdoğu ve Komintem yanlısı arkadaşlar” deyimini kullanmıştık. Oysa Hüsamettin Özdoğu ve parti arkadaşları Nâzım’ın hapiste olduğu dönemde tutuklanmıştır ve TKP’ye, bu başşız kaldığı dönemde derhal Stalin’in emriyle “mini Stalin” Hasan Ali Ediz yollanmıştır. Nâzım, bu adamı kastetmektedir. Mini Stalin Hasan Ali Ediz, daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı’na kendiliğinden başvurarak “vallaha billaha bir daha komünist faaliyette bulunmayacağım.” diye dilekçe verip, Vedat Nedim (Tör) ve benzerleri gibi komünistliğe veda edecektir… Hüsamettin Özdoğu ailesinden özür dilerim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder