18 Ocak 2011 Salı

MANİSA'DA, SAHTE KUVAYI MİLLİYE ANITI NEDEN SAHTE?

 MANİSA'DA SAHTE KUVAYI MİLLİYE ANITI...
(NEDEN SAHTE?...)




Önce Resim 1'deki anıtın bütününe ve figürlerin kompozisyonuna
dikkatlice bakalım.
Ne görüyoruz?...

Bu kompozisyonda heykel figürleri mi, yoksa anıtsal kaidenin
kendisi mi daha büyük bir önem kazanmıştır?.
Bunu anlamak amacıyla yakın bir bakışla Anıtın bütününü inceleyelim.

Prizmatik bir kaide üzerinde ışık-gölge oyunlarıyla gayet ustaca
tasarlanmış, konturları çok yönlü, zaman zaman dar açılarla,
zaman zaman da geniş açılarla keskin konturlarda birleşmiş olan
düzlemlerin, eserin bütününe çok yönlü bir derinlik katmış olduğu
görülmektedir.

Bu anıtı dört bölümde incelemek gerekir.

a) 1/3 üst bölümü.
b) 1/3 orta bölümü.
c) 1/3 kaide bölümü.
d) Heykeller ve Atatürk Maskı bölümü.

Eserin tepe noktasından aşağıya doğru:
1/3 Üst bölümünde, konturlar sert bir biçimde aşağıya doğru inerken,
frontal çapı senfonik bir akışla tedricen/yavaşça genişlemiştir.

1/3 Orta bölümünde, konturların yine senfonik bir akışla yanlara doğru
açılmasıyla, frontal çapı ikinci defa biraz daha hızlı genişlemiştir.

Nihayet,
1/3 Kaide bölümünde, konturlar daha sert bir bükülme ile önce
içbükey kavisle geçilmiş, sonra yine senfonik ama tersine bir akışla,
dışbükey konturlarla devam etmiş ve şiirsel bir yaklaşımla frontal çapı
daha fazla açılarak, anıtın taşıyıcı unsuru düşünülmüş ve
kaide bölümü oluşturulmuştur.

Anıtın taşıyıcı unsuru olarak yerleştirilen kaidesinde genişleyerek,
tabana doğru üç adet ayak gibi inen prizmatik taşıyıcı elemanların
arasına, kaidenin cephesine prizmatik bir taşıyıcı daha yerleştirilmiş ve
aynı zamanda bu elemana iki heykeli taşıma görevi verilirken, böylece
anıtın bütünüyle de sağlam bir kaide üzerine oturtulmuş
olduğunu görüyoruz.

d) Heykeller ve Atatürk Maskı bölümü ayrıca incelenmelidir.

Anıtın taşıyıcı kaidesini oluşturan 1/3 lük bölümünde ayrıca,
esas ayaklarının arasına yerleştirilmiş olan yardımcı frontal
ayağında da prizmatik ışık-gölge oyunları uygulanmış ve
çok yönlü bir estetik amaçla, iki yönünden gelen geniş açı ile,
diğer bir yönünden ise dar açı ile gelen üç düzlemin üçgen ve
çokgen hareketliliği ile muhteşem bir mimari özellik yansıtmaktadır.

Heykel grubuna kaide olarak düşünülmüş olan bu anıtın,
taş elemanlarının duvar işçiliğinde uygulanan paralel yatay çizgilerle
ve taşların eşit yüksekliğiyle kazandırılmış olan, adeta
sessiz bir hareketliliği izliyoruz.

Şayanı dikkat bir durum daha var:
İki kişilik heykel grubunu yerleştirmek için düşünülmüş olan
ve heykellere gerçekten kaide görevi yapan bölüme
dikkatle baktığımızda, prizmatik ve frontal duruşlu ara ayağının
üst kısmı yatay bir levha ile kesilerek silme yapılmış, silme levhası
iki geniş açı ile dönmüş, üç kenarlı taşıyıcı elemanın ön kenarı ise
esas kaidenin tabanından gelen frontal taşıyıcı ayağının
dikey ve keskin konturunu yatay bir düzlemle keserek ortalamıştır.

Burada sonuç olarak:
Muhteşem bir anıt yapı ile karşılaşmış bulunuyoruz.
Aynı, İstanbul Sultanahmet Meydanında, Koca Osmanlı'nın
Yerebatan Sarnıcı'nda Su Terazisi olarak yaptığı muhteşem
mimari eser gibi... Burada, Mimar Sinan'ın Su Terazisi olarak
imar ettiği yapıyı kopyalayarak, heykel kaidesi yapmaya çalışmak
ölçüyü kaçırmıştır. "Nasıl olsa, oradaki zavallılar anlamaz(!)......"
Vah zavallılar!
Sizin heykel kaidesi diye yaptıklarınızdan, Osmanlı Su Terazisi yapıyordu!...

Sonuç olarak, muhteşem bir anıt yapı ile karşılaşmış bulunuyoruz ama...
Peki sorun nerede?

Bu yapının bizatihi, kendisi muhteşem bir anıttır
ama bu anıtın üzerine çeşitli heykel figürleri konulması ve asıl anıtın
kaide olarak kabul edilmesi aşırı bir zorlamadır ve dikkatlice
bakıldığında, muhteşem bir anıt üzerine gelişigüzel monte edilmiş
Atatürk Maskı ve heykel figürlerinin birer emanet eşya gibi
durduğu görülecektir.

Buradaki anıt yapı kendi kaidesi üzerinde yükselmektedir, kendi
özelliklerini ve güzelliklerini sergilemektedir. Bu nedenle anıtsal yapının
bütünü kaide olarak düşünülemez, çünkü kaidenin kaidesi olması gibi
ölçüsüz bir tasarım yanlışı mimari sanatta asla kabul edilemez.

NEDEN SAHTE KUVAYI MİLLİYE ANITI?...
Biz bu tasarıma neden "Sahte Kuvayı Milliye Anıtı" başlığını attık!
Şimdi işin o tarafına gelelim.
Heykel grubunun kaidesi olarak yapılmış olan bu mimari eser,
bizatihi bütünüyle zaten muhteşem bir anıttır.

Bu anıta heykel grubu ve portre başı eklemeden,
doğrudan doğruya uygun bir zemin üzerine, uygun özellikte bir
kaligrafiyle "KUVAYI MİLLİYE ANITI" yazılsa idi, yine muhteşem
bir sunuş olurdu. Öyle olsaydı, çarpık ve sapık fantezi
kurgularını da "Kuvayı Milliye" diye sergileyemeyeceklerdi.


Şimdi işin tekniğine bakalım:
Bu tarz kaidelere daha çok Roma Devleti'nin ihtişamlı günlerinde
büyük tapınakların önünde, Gimnasium veya Stadium'larda
veya Gladiator dövüşlerinin yapıldığı Arena'larda, büyük
(Maximus) İmparator'un portre başını asmak için değil,
portre heykelini dikmek için imar edilirdi.

Bu tarz devasa anıtsal kaidelerin analojisinin pek çok örneklerini
Roma Mimari sanatında bulabiliriz ki bu ayrı bir çalışma
konusudur. Mimar Sinan'ın İstanbul'da imar etmiş olduğu
Su Terazilerinde daha mükemmel analoglarını görebiliriz
(bakmasını bilenler için)...

Burada ki anıtsal kaide bir ilk değildir, olsa olsa iyi bir
"yineleme" diyebiliriz.

Eğer sanatçı, Roma İmparatorluk döneminde muhteşem bir
kaideye yapıştırılmış olarak, Roma Lideri'nin sadece bir
portre başı ile yetinmiş olsaydı, herhalde akşamına kendi başının
uçurulmasına razı olacaktı. O gün öyleydi.

Kaldı ki tarih boyunca portre başları yalnızca kapalı mekanlarda
veya sınırlı yarı açık alanlarda ve oldukça mütevazi
kaideler üzerinde ya da duvara plastır tarzında yerleştirilmiştir.
Bu uygulamanın günümüzde de pek çok örnekleri vardır.

Yine tarih boyunca hiç bir zaman ve hiç bir yerde,
muhteşem bir kaideye, lider mevkiindeki bir önderin sade bir
portre başı yapıştırıldığı görülmemiştir.
Kaldı ki, buradaki Atatürk Başı ise bir Portre Başı bile değil
sadece bir Mask'tır. Koskoca bir anıtsal kaideye, koskoca liderin
sadece bir Mask'ını yapıştırmak nasıl bir "art niyet" ve hatta
nasıl bir terbiyesizliktir!!!

Bu görgüsüzlerin İstanbul’daki TAKSİM ANITI'ndan da mı
haberleri yoktu? Ya heykelini koyarsın ya da
başka hiç bir şey koyamazsın!...

Mimari sanat kompozisyonunda, eğer bir heykel grubu varsa,
lider mevkiindeki figürü de ötekiler gibi yine heykel olarak
tasvir etmek zorundasınız. Aksi halde eserin kendisi bize bir
art niyet sunar. Böyle bir yanlışlık yapmaktansa,
Milli Lider'in figürünü hiç koymamak gerekirdi ki burada çok
vahim bir ölçüsüzlükle karşılaşmış bulunuyoruz.

Mimarlık sanatı ve anıt teamüllerine göre, grup heykel
Kompozisyonu veya yüksek kabartmalardaki lider kişiliği taşıyan
hakim figürün yalnız bir mask ile tasvir edilmesi, onun liderliğini
aşağılamak ve liderliğini inkar etmek anlamına gelir.
İşte buradaki şeytani sanat anlayışı da budur.

Bu görüşlerimizin Atatürk'ten yana olmakla ilgisi yoktur.
Sadece işin doğrusunu, eğrisini, tarafsız olarak sanatın
terazisiyle tartıyoruz.
Sanat'ın temel felsefesini oluşturan filozof ne demişti:

         " Güzellik ve sanat ölçülü olmak demektir..."

         " Ölçülü güzelliğin aşığıyım!..."

Mesela, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki İskender Lahti
yüksek kabartmalarında, Perslerle savaş sahnesi içinde,
askerleriyle aynı silahları taşıdığı ve askerleriyle aynı boyda
gösterildiği halde Büyük İSKENDER, nasıl bir hakim figür olarak
tasvir edilebilmiş ise...

Heyhaaat!...
Kendi vatanındaki İskender Lahti'ni yorumlayamayanlar
mimar heykeltıraş olmaya kalkarsa...

Ama onlar zaten kendilerine heykeltıraş demiyorlar,
"yontucu" diyorlar, yontucu!...
Tarihimizi çarpıtarak yontan kâfir medya'nın şişirmesi,
Milli Kahramanlarımızı çarpıtan yontucular...
Sözde anıt yaparak hem tarihimizi, hem de
hazinemizi yontuyorlar!!!


       ÇOK VAHİM BİR İNTİKAM ATEŞİ...

Biz burada art niyet aramıyoruz. Bu bir eser değil, fakat bir
"yapıt" olarak bizatihi bize kendiliğinden çok vahim bir
art niyet daha sunuyor.

Nasıl?...
Şimdi, anıtın sivrilen üst kısmına bir daha bakalım(Resim 2)...
Sivrilerek giden bölümüne dikkatlice bir daha bakalım...

Ne görüyorsunuz?...

Bir ATATÜRK başı...

Yok, hayır!...

Sadece bir ATATÜRK başı değil.

Ne yazık ki, kazığa geçirilmiş bir ATATÜRK BAŞI görüyorsunuz!!!

Hatta biz görmüyoruz, zaten "yapıtın" kendisi bize
böyle bir art niyet sunuyor...

Yoook!...
Buna öyle paranoya filan diyemezsiniz!
Çünkü o şehirde, bu anıtın yalnız bu bölümünün görüntüsünün
fotoğrafını kasten "intikam ateşi paranoyası" ile taşıyanlar var...
Neyin intikakamı?... İşte bunu kendileri bilir!

Öyle bir şehir ki:
1962 yılında dikilen ATATÜRK anıtını,
Atatürk'ün emriyle ve kendi mimarisiyle yaptırdığı
Hükümet Konağının önünden,
Yunan işgal günlerinde samanlık ve tabya haline getirildiği için,
işgal süresince ezan okunamayan ve Başkomutan
Mustafa KEMAL'in komutasında işgalden kurtarılarak
ezan seslerine kavuşturulan Hatuniye Camii önünden
Mustafa KEMAL'in heykelini sökerek sürgün edenler
nasıl bir paranoyaktırlar, nasıl bir ruh hastasıdırlar ve
nasıl bir sapıktırlar ki önce bunun mutlaka bir izahı olmalıdır!!!
Burada herşey birbirini tamamlayarak gidiyor...

Şimdi sakin sakin, Hükümet Konağı ve Hatuniye Camii'nin
eski kartpostallarını aşağıdaki resimlerinden inceleyiniz...
...............................

Anlaşılıyor ki bu zihniyetle,
Bu sahte Kuvayı Milliye Anıtı'nda, Atatürk'ün Başını bu şekilde
Göstermek için bilerek bir kompozisyon kurulmuştur.

Biz anlayalım veya anlamayalım, biz görelim veya görmeyelim;
Sanat eserleri bazen ince bir hesabı veya gizli bir nefreti
saklarmış gibi yaparak bize sunar.

Mesela sanatçı, nefret ettiği bir Roma İmparatoru'nun
portresini yapmak  zorunda kalırsa, İmparator'un muhteşem bir
portre heykelini yapardı ama portre başının yüzüne kendi nefretini
ve İmparator'un çirkinliğini gizli-açık bir teknikle
saklamayı başarırdı. Bunu ancak, yine başka bir sanatçı görebilir,
diğerleri ise zavallıca alkışlardı. Burada olduğu gibi...
Irzına geçildiğinden haberi yok, tecavüzcüsünü alkışlıyor!...

Şimdi gerçekten bir paranoya sunalım mı?...
Yakın tarihimizde "kazığa geçirilmiş baş" motifine yabancı değiliz.
23 Aralık 1930 günü, Menemen meydanında,
Yedek Subay Kubilay'ın başının kazığa geçirilmesi gibi...
Kubilay'ın başının kazığa geçirildiği yerin koordinatlarının paraleli
38 derece-50 dakika'dan geçer.
Bu anıt şehir dışına kaydırılınca aynı koordinatların paralelini
tutturmuş bulunuyor...
Biz buna tesadüf diyelim ki paranoya olmasın.
Sonra ihanet etmiş paranoyaklar paranoya kulpu takmasınlar!...


ŞEHİR DIŞINA KUVAYI MİLLİYE ANITI YAPMAK
NE DEMEKTİR...
BU ADET NEREDEN ÇIKTI?...

Yeryüzünün her yerinde, dünyanın bütün ülkelerinde ve
Türkiye'nin bütün şehirlerinde Milli Anıtlar tören alanlarına
yapılmııştır. Manisa hariç...

Kuvayı Milliye Anıtı tören alanına yapılmalıdır ki milli bayramlarda
kahramanlarımızla yüzleşelim. Okul çocuklarımız da
milli kahramanlarımızı tanısın. Doğrusu bu değil midir?...

Peki, Kuvayı Milliye Anıtını şehir merkezinden ve
tören alanlarından sürgün etme fikri nereden çıktı?...

Bu sahtekârlığın, -zenaat erbabının da çok iyi bildiği gibi-:
Bir zamanlar Ege bölgesinde farklı bir tarihi süreç yaşanmıştı.

Özellikle B.Menderes ve K.Menderes nehirleri havzasında,
M.S. 2.yy'da Aydın-Söke yöresinde, tek tanrılı dinler henüz
oralara ulaşmamıştı. Tek tanrılı dinlerin mesajlarının ulaşmadığı
bu yörede insan toplulukları tanrı fikrinde anlaşamadılar.
    -Bir kısmı tanrının erkek olduğunu iddia ediyordu...
    -Diğer bir kısmı ise tanrının dişi olduğunu iddia ediyordu...
İki görüş arasında büyük kavgalar çıktı, ayrı inanç sahipleri
bir arada yaşayamaz oldular.
     Sonunda, tanrının dişi olduğuna inananlar güçlü çıktı
ve tanrının erkek olduğuna inananların anıtlarını
şehir merkezlerinden dağlara sürgün ettiler. Tabii Baba Tanrı'ya
inananlar da sürüldü ve gittikleri kırsalda Baba Tanrı figürinleri
yaparak evlerini süslediler.
      İşte şimdilerde anahtarlık olarak kullandığınız,
nargilenin marpucu gibi müstehcen çıkıntısıyla abartılmış
çıplak figürinler, sürgün edilmiş Baba Tanrı figürinleri olarak
o günlerden hatıra kalmıştır.

Bu sahtekâr anıtçılar bu işi iyi biliyorlar...
Alın size Kuvayı Milliye Anıtı...
Şehir dışına sürülmüş, lanetlenmiş dinin
dağ tapınakları gibi...

İş bitiriciler, Karayolları Kanunu nasıl deldiler bilemiyoruz.
Saatte 120 km. hızla gidilen yolda, Anıt’a bakarken kaç sürücünün
kaza yaptığı, kaç sürücünün yaralandığı veya öldüğü
konusunda ise herhangi bir istatistik yoktur.



ANITLARDA SEMBOLLER ÇOK ÖNEMLİDİR...

Bir anıtın ne kadar büyük olduğu veya ne kadar muhteşem
olduğundan çok, taşıdığı sembollerle ne ifade ettiği önemlidir.

Şimdi yeniden, Resim 1'deki sözde Kuvayı Milliyeci Kadın
Heykeline dikkatlice bakalım...

Ne görüyorsunuz?...
Bu gördüğünüz bir Afrodit heykeli olmasın!

Efe'nin yanındaki Kuvayı Milliyeci Kadın heykeli,
gerçek Kuvayı Milliyeci kadınlarımızdan,
Gördesli Şehit Makbule'nin resmine...
Kastamonulu Şerife Bacı'nın resmine...
Erzurumlu Nene Hatun'un resmine...
Ayşe Çavuş'un resmine...
Maraşlı Fatma Kadın...
Akşehirli Gökçe Kadın...
Yörük Kızı Dürdane...
İzmitli Kara Fatma...
Çete, Emir Ayşe...ve Halime Çavuş'un resmine benziyor mu!!!
Aşağıdaki Efe Kadın resimlerini inceleyiniz...

Bu anıtta,
İnebolu'dan cephane taşıyan analardan birinin heykeli
neden yoktur?...
Hani siz Kuvayı  Milliye Anıtı yapmıştınız!
Kadın kahramanlarımızdan hiç birisinin heykeli yoksa
bu anıt nasıl bir anıttır, ahlaksızlar!...

Bu anıtta Efe'nin kıyafetiyle yanındaki kadın heykelinin kıyafeti
neden eşleşmiyor?


ŞİMDİ, ANITTAKİ KADIN HEYKELİNE BİR DAHA BAKALIM...
Kadın heykelin üçgen şeklinde alını ve yörenin kadınına
benzemeyen yüzü ile nerenin kadın yüzüdür...
Manisalı Şehit Makbule'ye neden benzemiyor?

Yunan milli giysisi şeffaf Himation giymiş çıplak bir kadının
sağ kolu Efe'nin sol koluyla birleşerek tek kol olmuşlar.
Yunan kadını, Efe ile bir kolda vuslat olmuş, ikisi birlikte
ortak kolu olabildiğince yükseğe kaldırarak, Yunanlı
HermAfrodit'in simgesi olan zeytin dalını yukarı-öne doğru
uzatmaktadırlar. Aslında birlikte teslim olmuşlar gibi bir hisle,
bir yerlere doğru beyaz bayrak kaldırıyor gibiler.

Burada, abartılmış göğüsleriyle çıplak bir kadın,
başka(!) konularda iddialıymış gibi, sanki 90-60-90 vücut güzelliği
yarışmasına katılıyormuş hissi veriyor.
Acaba yontucu, kendi yakınlarından birinin
silikonlu göğüslerini mi kopyalamıştır?...

Yanlış anlaşılmasın...
Türk kadının güzelliğinin anlatıldığı bir anıtta,
yine Türk kadını kendi özellikleriyle buradaki kadının güzelliğine
beş çekecektir. Bilen bilir...
Ama Kuvayı Milliye Anıtında ne alaka...
Kel alaka...
Efe'nin kadını böyle cıbıldak mıydı?...

Bizim köylü heykelden anlar.
Köylü Memed, bu çift heykeli ilk gördüğü zaman ne demişti:
    
      " Ne biçim efe bu ülen..."
      " Kadınını soymuş, kime götürüyo..."
       
Yunt Dağlı Ahmet Tekbaş Efe de "Böyle gancık efe olur mu?" dedi...



EFE HEYKELİNE BAKALIM...
Bu Efe, tüfek taşıyor, fakat dizlikleri yok.
Dizlikleri olmadan diz çökerek nasıl ateş etmişti?...
Hiç bir zaman tüfeğini kullanmadan nasıl Efe olmuştu?
Yumuşacık yüz ifadesiyle ve gevşek bir duruşuyla,
Hele bir de zeytin dalı tutmasıyla bir Efe değil,
Efemine ile karşı karşıyayız...

Bu efe, demirci Akıncılarından İbrahim Ethem Bey'e,
Parti Pehlivan Efe'ye, Aydınlı Yörük Ali Efe'ye neden benzemiyor?...
Aşagıdaki efe resimlerini inceleyiniz.



NEDEN MEŞE DALI DEĞİL DE...
ZEYTİN DALI UZATTIRIYORLAR...

Meşe yaprakları erkeğin ve gücün simgesiydi...
Zeytin yaprağı ise kadınlığın ve kadınlaşmış erkeklerin simgesiydi...

Meşe yaprakları erkekliğin ve gücün simgesi olduğu için,
Roma İmparatoru, Senatörler ve Romalı komutanlar meşe dalından
taç giyerlerdi. Meşe gibi adam...
Roma ordusunun mağrur komutanları,
ünlü Roma hamamlarında yıkanırken bile
meşe dalından sırmalı taçlarını başlarından çıkarmazlardı.
Neme lazım... Yanlış anlaşılır.

        Roma hamamlarında meşe yapraklıları karşılayan,
zeytin dalından taç giymiş HermAfroditler vardı. Zeytin yaprağından
taç giyerek ne iş(!) yaptıklarını kibarca ifade ediyorlardı...
Zeytin dalından taç giymiş HermAfrodit ve şey(!) erkek heykellerini
müzelerde görebilirsiniz...
         Elbiseleri de şeffaf ve bu yazdığımız renkteydi...

M.Ö. 200 yılında, ünlü Romalı Komutan S.Silpicius Galba
komutasında Roma orduları Yunanistan’ı işgal ederken,
savaşmaktan korkan Yunanlılar teslim olduklarını ifade etmek için,
zeytin dallarını kopara kopara koşmuşlar, ellerinde zeytin dallarıyla
Roma ordusunu karşılamışlardı.

         Eski Yunan kültürüne göre zeytin dalı
savaşta "teslim bayrağı", barışta ise HermAfrodit
(homoseksüel) lerin sembolüdür.

Güle güle kullanın!
Çanakkale Şehitleri'nin dönme devşirme torunları!!!




KARA YAZI...
                KARA YAZGI.............................................................................

Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 Türk Devleti'nin sembolü var.
16 Türk Devleti'nden hangisinde zeytin dalı sembol olmuştur!

Zeytin dalı Kuvayı Milliyecilerin sembolü olabilir mi?...
Kuvayı Milliye Efeleri, işgal güçlerinin askerlerini Şanlı URFA’da,
Gazi ANTEP'te, TRABZON'da, DÖRTYOL'da, Kahraman MARAŞ'ta,
ULUS DAĞI'nda zeytin dalıyla mı karşılamıştı?...
Sen ne zaman düşmanlara zeytin dalı uzatan Atatürk gördün ki,
Garnizon'a "Zeytin Dalı Uzatan ATATÜRK Heykeli" dikiyorsun,
Devşirme apoletli...?!!!


İnşallah yalan haberdir:
Bazı garnizon komutanlarının
" Elinde zeytin dalı tutan ATATÜRK heykeli" diktirdikleri haberi...
İnşallah yalandır.
Ya diktirdilerse ne olur?...
Bi şey olmaz.....
Birileri gelir, başlarına zeytin dalından taç geçirir,
hamama götürür!...


SONUÇ OLARAK......
Şu sahte anıta bir daha dikkatlice bakınız...
Bu anıtı diken ahlaksızlar, yeniden işgal güçlerine karşı,
kendi teslimiyetçiliklerini ifade etmek için, eski işgal günlerinde
düşmanı çiçeklerle karşıladıkları gibi, zeytin dalı uzatmışlardır.

Böyle bir sahte anıtı
yurdumuzun başka hiç bir yerinde bulamazsınız.

Büyük Resim'e iyi bakın,
Angut anıtçılar ne diyor:
Gelin emperyalistler, gelin işgalciler gelin!
Bu kez size zeytin dalı uzatıyoruz...

Bu kez sizi efelerle değil,
Efemine olmuş erkeklerle karşılıyoruz.

Gördesli Şehit Makbule ile değil,
Bu kez sizi, Himation giymiş cıbıldak kadınlarla karşılıyoruz...

Burada gördüğünüz gibi,
Mustafa KEMAL'in de başını kazığa geçirdik,
gelin emperyalistler gelin,
bu şehirde yine hiç kurşun atmadan,
sizi çiçeklerle karşılarız...
.......................................

Bu sahte Kuvayı Milliye Anıtını yapan angut anıtçıyı,
zamanında atölyesinde ziyaret ederek,
“Yapma bu yanlışı, seni Allah çarpar!” dedik.
Dalga geçer gibi baktı, baktı...
Anıtı dikti... Sonra kamyon çarptı...
Üzüldük.
Allah kalanları korusun!...



 Resim 2

* * *



Adını Emekliler Parkı yaptıkları,
Eski "Cumhuriyet Meydanı"ndaki
ATATÜRK Anıtı.
Hatırlayın, 22 Yıl önce söküp
"Otele bekçi yaptık" dedikleri...


Resim 3

1962 Yılında yapılmış olan ATATÜRK anıtı,
Atatürk'ün imar ettiği Hükümet Konağı ile bütünleşmiş
ve kaynaşmış bir halde görülüyor.
Bizzat Atatürk'ün emri ile uygulanan mimari tarzda,
yani Cumhuriyet Mimarisi'nin en önemli eserlerinden biri olan
ve Atatürk'ün emriyle imar edilmiş bulunan
MANİSA HÜKÜMET KONAĞI.

Cumhuriyet'in o yoksul yıllarına rağmen,
Atatürk'ün emriyle imar edilmiş olan bu binadan daha güzeli
Manisa'nın zenginleşmiş yıllarında neden yapılamamıştır.
Çünkü güzel eserler vermek için ruh lazımdır ruh!
Şimdilerde ruhsuzlaşmış zenginliğin görgüsüzlüğü ile
Çarpık zihniyetin beton yığınlarından başka ne görüyoruz?...

Tabloya bir daha bakalım...
Şimdi bu kartpostalda gördüğümüz, Atatürk ve Eserinin
Birbirini tamamlayıcı güzelliğinin düşmanı olmak için,
nasıl bir insan(!) olmak gerekirdi? Atatürk anıtını,
Atatürk'ün kendi eserinin önünden sürgün etmek için
nasıl bir ruhsuz olmak gerekirdi?...
Bu güzelliği yok edenler hangi fikre hizmet etmişlerdir?...
Yok, hayır! O kadar basit bir iş değil.
Hükümet Konağı'nın önündeki Atatürk anıtı
hangi işgal günlerinde, neden ve nasıl sürgün edilmiştir?!..

Eğer mezkur meydanın adı "Emeklliler Parkı" olduysa...
Manisa/Saruhan'ın tarihinde hiç bir kahramanı yok muydu,
hiç bir sanatçısı, hiç bir yazarı, gerçek Kuvayı Milliyeci
Müftü Alim EFENDİ'si yok muydu ki adını vermediler!..
Yurdumuzun başka bir ilinde "Emekliler Parkı" adı var mıdır?

T.Cumhuriyeti Devleti'nin saygın emeklileri orada otururken,
devletin kurucu önderinin anıtı
niçin emeklilerin görüş alanından kaçırılmıştır?...
Bu iş, nasıl bir iştir?


Resim 4
 Bu güzelliği Yunan işgal güçleri yok edemedi...
Peki,
Kim yok etti !?...
1962 yılında Manisa'ya dikilen ilk Atatürk anıtı,
bir tarafına Hatuniye Camii'ni,
diğer bir tarafına ise kendi eseri olan Hükümet Konağını
kanatları altında tutar gibi kucaklamıştır.
Anıtın bulunduğu alan ortamında, bu yerleşim planının
çok büyük ve derin bir anlamı vardı...
İşte bu anlam yok edilmiştir.

Bu resimde, Gazi Mustafa Kemal'in önderliğinde yapılan
Meydan Savaşları'ndan sonra kazanılmış zaferlerle,
yeniden ezan seslerine kavuşan,
arka plandaki Hatuniye Camii ve daha arka planda
Dumanlıdağ'ın açık havadaki derinliğini görüyoruz.
Burada sunulan "Camiyi Gören Gazi Mustafa Kemal tablosunun"
güzelliğinin çok yönlü derinliğini ifade eden bu tasarım
neden yok edilmiştir?...
Meydanın şimdiki haliyle eski halini kıyaslayalım...
Ve feci durumu görelim.

Yunan işgal yıllarında Ulu Camii'ne kilise çanları konulmuştu.
Söylemesi zor ama bazı camiler meyhaneye çevrilmişti.
Arka planda gördüğümüz Hatuniye Camii'nin de
işgalden dört ay sonra kapalı mekanları yasla olarak,
avlusu ise tabya olarak kullanılmıştı.
yasla=samanlık, yemlik ambarı.
tabya=at ahırı

İşgal süresince Haçlı işgal ordusunun Yunan askerlerinin
en büyük zevki, minareye ezan okumak için çıkan müezzinleri
kuşunlamaktı.
Minarelerin şerefelerine Yunan askerleriyle
mitralyözlerini yerleştirmişlerdi.
Nereye defi hacet yaptıklarını...
ve o günleri unutturanlar kafirden de kafirdir!!!
Minarelerde ezan susmuştu!...

Yunan işgal güçleri komutanı Albay Bagorci'nin emri ile,
7 Eylül 1922 tarihinde, bir günde 3500 Manisalı diri diri yakılarak,
1500'ü de kurşunlanarak veya parçalanarak katledilmişti.
Kalan 15000 Manisalı imha edilmek üzereyken
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal'in Ordusu yetişmiş,
Albay Bagorci  komutasındaki düşman ordusunu
denize doğru sürmüş,  Manisalılar'ı imha edilmekten kurtarmış
ve resimde gördüğümüz Hatuniye Camii ile birlikte
tüm minareler ezan seslerine kavuşmuştu.
Sen misin Manisalılar'ı kurtaran!
Camileri yeniden ezan seslerine kavuşturan sen misin
Gazi Mustafa KEMAL PAŞA...
Yıllar sonra düşman bu kez içimizdekilerle gelir,
seni, kendi eserlerinin önünden işte böyle sürgün eder!!!

Peki, Hatuniye Camii'ni gören Atatürk heykeline ne oldu?
Yunan işgal ordusu komutanı Albay Bagorci geri dönmüş(!)...
Hatuniye Camii'ni yeniden ezan seslerine kavuşturan
Gazi Mustafa Kemal'in anıtı camiyi görmesin diye,
intikam almak için Bagorci tarafından sürgün edilmiş olabilir!
Başka bir ihtimal olabilir mi(!)....

* * *
Manisa'nın merkezinde,
En büyük parkının ortasında bulunan
Tek anıta dikkatlice bakın
Ve
Bilin bakalım bu ne anıtıdır, kim dikmiştir?


Resim 5

Bu anıt sözde bir kurtuluş anıtıdır.
Nerenin kurtuluşu yazılmış?
Kurtulan yerin adı yok, yazmamış ki bilinsin.
Hiç bir yerin kurtuluşu değil, çünkü yer adı yok.
Bu anıtı dikenler hiç anıt görmemişler midir?
Hayır!
Onlar şeytanın yattığı yeri bilirler.
Bu anıt yine bir art niyet sunuyor.

8 EYLÜL 1922  tarihi var. Bir de gayrı nizami formatta
1935-1939  tarihleri var.
Bunlardan hangisi kurtuluşu vurgulamaktadır?

Anıtların yazılı formatları ve ifadeleri tartışılmaz olmalıdır.
Manisa'nın kurtuluşunu vurgulamak istiyorsak,

8 EYLÜL 1922
MANİSA'NIN KURTULUŞU
yazılır.
Hepsi o kadar.

Parkın adı anıta yazılamaz,
anıtın adı da parkın kapısına yazılamaz.
Buradaki "parkı" kelimesi küçücük kaligrafiyle yazılmıştır.

Peki bu anıt ne anıtıdır?...
En belirgin şekilde, iri puntolarla "KURTULUŞ" vurgulanmış.
KURTULUŞ 1939, kimin kurtuluşudur?
Birileri sözde "kurtuluş anıtı" dikerek,
Kiminle dalga geçmişlerdir?..

1935-10 Ekim, Vampir Masonların
Atatürk tarafından maşatlıklara çivilendiği yıldır.

1939-Atatürk'ün ölümünden sonraki yıl,
Vampir Masonların kurtuluşu ve yeniden hortladıkları yıldır...

......................Allah müstehakını versin!
Vampir Masonların kurtuluşuna anıt dikmişler.
Allah bunların... bildiği gibi yapsın!
Bu gibi terslikler de tesadüfen(!)
Hep Manisa'daki anıtları bulur?...

* * *

Resim 6

Fatih (Sultan Mehmet) parkında "TARZAN HEYKELİ"...
Fatih Sultan Mehmet "TARZAN" olmuş(!)
Peki Fatih Sultan Mehmet'in heykeli nerede?
Ararsanız küçük bir büstünü bulursunuz.
Tarzan'ın olduğu yerde mutlaka maymun da olur.
Maymunsuz Tarzan olmaz!
Peki, maymun kimdir?
Bu yüce milletin atası bellidir,
halkı maymun yerine koymak onların haddine değildir!
Fatih Sultan Mehmet Parkına "TARZAN" heykeli dikenlere
maymun denir!..
Tarzan'ın maymunları...

* * *
Aşağıda,
"Moris Şinasi kavşağında"
Gördüğünüz heykelleri
"Cehennem Zebanileri" zannetmeyin... 
"Şehzadeler Şehri'nin" gencecik şehzadeleridir!...
Hani, Saruhan İlinde yetiştikten sonra
Koca Osmanlı'ya Sultan olmuş, çağ açıp çağ kapatmış,
Viyana kapılarına kadar Türk'ün Sancağını dalgalandırmış,
O Fatihler'in,
O Kanuniler'in heykelleridir?!...

Dikkat! Çocuklarınızı yaklaştırmayınız!


Resim 7


Topkapı Sarayındaki
Şehzade portrelerini incelediğimiz zaman,
Yukarıda gördüğünüz bu heykellerden hiç birisinin
Osmanlı Şehzadelerine benzemediğini görürüz.

Yüzlerce Şehzade portresi var...
Şehzade portrelerine benzemeyen heykelleri
"öcü gibi" tasvir ederek, çocuklarımızı tarihimizden
nefret ettirmek için bu heykel grubunu yapmışlar,
bir de mlletin parasını çarpmışlardır.

Bu heykel grubunda kendi hasta zihniyetlerini
ve art niyetlerini tasvir etmişlerdir.

Burada kasıt var, art niyet var:
Bu rezilliğe milletin parasını çarçur ederek,
"olur" veren de,
"iğrenç zihniyetini" heykel yapma bahanesiyle
icra eden de tarihimize ihanet etmiştir!..



NETİCE-İ  İSTİDLAL

Konya'da imar edilen
Çanakkale ve
İstiklal Savaşı Şehitliğini inceledik...
Kastamonu ve ilçelerinde...
İskenderun'da...
Tarsus'ta...
Afyonkarahisar'da...
Hepsini saymaya gerek yok...
Hiç birinde bir ölçüsüzlük yoktu.

Tesadüfen bütün terslikler Manisa'yı bulmuş(!)
Bu tersliklerin erbabı kimdir?..
BU KADAR DA OLMAZ Kİ!............

Bu şehirde kültür müdürü yok muydu?..
Müze müdürü yok muydu?..
Anıt adamları "angut" adam mı olmuşlardı?..
Yazıklar olsun!..

*

 Bu şehrin Üniversitesi ne iş yapar?
Anlı şanlı odaları ne iş yapar?
Baroları ne iş yapar?...
Bu şehrin siyasileri ne yapar?...

Kültür Müdürleri, Müze Müdürleri...
Sanayicileri,
"İlk Yüz Zenginleri" ne iş yaparlar?...


Yorumlarınızı bekliyoruz.

*

 Saruhan Gönül Dostları 18 Şubat 2008



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder