18 Ocak 2011 Salı

ERGENEKON NEDİR?...

2. Abdülhamit`ten alınan
feci intikam!

Ergenekon`un derin kökleri


Ergenekon, 2 asırlık bir projenin, büyük ve iddialı bir hedefin silahlı tedhiş örgütüdür. Ergenekon, Türkçü vurguları kullanarak Türk milletinin sinirlerini, beynini, can damarlarını ele geçirmiş `nifak merkezi`nin kirli elidir.


Ergenekon, değerlerimize, kültürümüze, geleceğimize ipotek koyan; karabasan gibi üzerimize çöken ve bize aman vermeyen `fitne organizasyonu`nun aracıdır. Bu nedenle Ergenekon örgütünün adı ve kadrosu değişebilir, mevcut elemanları feda edilebilir; ama misyonu kolay sona ermez. Amaçlananları icra edecek başka örgütler devreye sokulur, farklı çalışma yöntemleriyle yola devam edilir. (Ergenekon`dan ümidini yitiren `derin yapı` yeni bir Ergenekon için harekete geçti bile!)


Peki, 2 asırlık bu projenin hedefleri nelerdir? Bu `derin`, `karanlık`, `fitne` organizasyonun ülkemizle, milletimizle alıp veremediği nedir?


İki asırlık proje, bir Siyonist organizasyonudur. Bu organizasyonun hedefi `Arzı Mev`ud`u gerçekleştirmek ve Kudüs merkezli güçlü bir Yahudi devleti kurmaktı. Proje, Yahudilerin Kabbalistik rüyalarını gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Bunun için, Osmanlı Devleti`nin yıkılması veya teslim alınması gerekiyordu. Biraz Yahudilerin etkisiyle, biraz da işlerine geldiği için, batı bu projeye destek verdi. Projeyi icraya koymak için bir ekip 1808 yılında harekete geçti.


Bizim coğrafyamızda ve medeniyet havzalarımızda dinlerini ve kimliklerini açıkça yaşayabilen Yahudiler, Fransız ihtilaline kadar batıda insan yerine bile konmuyordu.


Fransız ihtilalinden sonra oluşan yeni durum paradigmaları değiştirdi (Fransız ihtilalinde Yahudilerin etkisi tartışılmaktadır). Milliyetçilik, bağımsızlık, özgürlük, ulus devlet kavramları dünyadaki güç dengelerini değiştirdi ve Yahudilere önemli hareket imkânları sağladı. Sermaye terakümü, liberal ekonominin yaygınlaşması ve ticaretin küreselleşmesi, asalet-silah yerine sermayenin öne çıkmasına neden oldu. Ticaretten anlayan Yahudiler bu dönemden sonra sürekli güçlendiler.


Eskiden küçük hesaplar üzerine basit numaralar çevirirken, global oyunlar oynamaya, dünyanın dengelerini etkilemeye başladılar. Uluslararası ticaretin artması, devlet politikalarını etkileyecek büyüklükte şirketlerin ortaya çıkması Yahudileri dünyanın en etkili gücü haline getirdi.


Bu gün sermayeyi kutsayan ve devletleri atomize etmeyi hedefleyen sürecin arkasında Yahudi teorisyenler vardır. Zira Yahudiler az nüfuslarına rağmen büyük dengelerle oynamayı başarabilen, gizli operasyonlarla büyük olayları tetikleyebilen, sınırlı güçlerini manivela gibi kullanarak değişimleri etkileyebilen organize bir yapıdır.


Kudüs merkezli bir devlet kurma amacıyla yola çıkan Yahudiler, artık uluslararası sermaye ve finans araçlarını, sızdıkları güçlü ülkeleri kullanarak dünyaya hükmetmektedirler. Günümüzde Yahudiler dünya ekonomisi ve siyaseti üzerinde her türlü manipülasyonu yapabilecek imkanlara sahiptirler.


Tarihin her döneminde büyük devletlerin beynine yerleşerek etkili olan Yahudiler, bu gün ABD`de etkili oldukları gibi; bir dönem Büyük Britanya imparatorluğunun bünyesinde temerküz etmişlerdi. Osmanlı devletinin zayıfladığı ve yıkılmaya yüz tuttuğu bu dönemde, Kabbalistik hedefleri doğrultusunda Kudüs ve çevresini gözlerine kestirdiler. Yani `Arzı Mev`ud` hedefi için kolları sıvadılar. Osmanlı Devleti 1482 yılında İspanya`dan pek çok Yahudi`yi getirmiş ve Selanik, Edirne, İstanbul, İzmir gibi yerlere yerleştirmişti. Bu Yahudilerden`Sebetay` dediğimiz kesim, Müslüman görünümünde Osmanlı Devleti`nin önemli noktalarına sızmaya ve yönetimde, orduda etkili olmaya başladı. Açık Yahudiler ve batılılar da içimizdeki kripto Yahudilere Osmanlı devletinin önemli noktalarını ele geçirme konusunda destek verdiler.


1808 tarihinden sonra Osmanlı Devleti`ni yıkmaya, Arzı Mev`ud`u gerçekleştirmeye, Kudüs`ü ele geçirmeye yönelik pek çok gizli uluslararası toplantı kongre yapıldı. Kripto Yahudiler devlet ve ordu içine sızarken, açık Yahudiler Kudüs ve çevresine nüfus yığınağı yaptılar. (Açık Yahudiler Kudüs merkezli devlet hedefine ulaştılar.


Kripto Yahudiler ise dün sızdıkları devletin ve toplumun bütün stratejik noktalarını ele geçirdiler. Bu gün, TSK ve stratejik bürokratik kurumlarda etkili olan bu cenah Türk insanına ve Türk-İslam değerlerine karşı sofistike bir mücadele yürütmektedir.)


2. Abdülhamit Yahudilerin bu hedeflerini anladığı için oraları şahsi mülkü haline getirmiş, alınıp satılmasını engellemeye çalışmıştır. Teoderl Herlz liderliğindeki Yahudilerin borçların silinmesi mukabili Abdülhamit`e sundukları teklif ve aldıkları cevap herkesin malumudur. Ama Yahudiler, `dünün ulusalcıları` İttihatçıları kullanarak 2. Abdülhamit`ten intikamlarını feci almışlardır. Zira 2. Abdülhamit`in hal`ini tebliğ eden heyet içinde Yahudilerin lideri Teoderl Herzl de vardır.


1808`de Kabbala`nın gösterdiği hedefler için bu topraklarda örgütlenen Siyonistler 100 yıllık çalışma sonunda, 1908`de Abdülhamit`i indirip, pek çok kripto Yahudi`yi içinde barındıran İttihatçıları iktidara getirdiler. Bu tarihten sonra Osmanlı devleti hızla çökertilirken, Yahudiler Kudüs çevresinde çoğaldılar ve 2. Dünya Savaşı sonrası `Soykırımı?` bahane ederek, batının desteğinde İsrail`i kurdular. Ayrıca bu olayla, bütün dünyada `dokunulmazlık`, `eleştirilmezlik` elde ettiler. (Mahir Kaynak`ın `sonuçların kimin işine yaradığına bakma` yöntemini kullanarak Yahudi soykırımı iddiasını bir daha düşünmek lazım!)


Bu gün uğraştığımız `Ergenekon` ve her taşın altında çıkan `derin devlet` işte bu dönemde bünyemize yerleşmiştir. Sanılandan çok daha eski ve köklüdür. NATO`ya girmemizle kurulmamış, bu dönemde İngilizlerin güdümünden ABD himayesine geçmiştir.


Türkiye`deki Ergenekon`un İtalya`daki Gladyo ile karşılaştırılması çok yanlıştır. İtalya`daki, Gladyo bir ülkenin NATO kontrolünden çıkmaması için yapılandırılmıştı. Oysa Türkiye`deki Ergenekon ve onun bağlı olduğu `Derin Yapı` sadece Türkiye`nin değil, bir medeniyetin kontrolünü hedefliyor.


Şu anda bu cenah, derin yapının deşifresinin az bir hasarla kurtarılabileceği ümidindedirler. Eğer dava Veli Küçük gibi taşeronlardan daha derinlere inerse fırtına o zaman kopar. Kripto ecnebilerin hükümetlere kafa tutan `Taşeron Medya Gurubu` derin yapı sadece ucundan yakalanmışken nasıl feveran ediyor. Yarın mesele ciddileştiğinde, pek çok kripto ecnebinin devleti ve milleti nasıl söğüşleyip, maniple ettiği ortaya çıktığında bunlar gerçek hırçınlıklarını, saldırganlıklarını sergileyeceklerdir.


Ergenekon ve onun bağlı bulunduğu derin yapı maalesef mevcut sistemin bütün birimlerinde, etkindir. Yara alıyor ve zaafa uğruyorsa da bu karanlık odaklar memleketi yangın yerine çevirmeye muktedirler. Şu anda bu işin az hasarla, fazla derinleşmeden savuşturulabileceği ümidini korumaktadırlar.


Eğer dava ve soruşturmalar derin yapının ana damarlarına ulaşır, 2 asırlık projenin milletimize ve coğrafyamıza ne gibi gaileler açtığı görülmeye başlarsa, asıl gürültü o zaman çıkacaktır. Bu defa dışarıdaki büyük ağaları, hamileri de devreye girecektir.


Ergenekon ahtapotun sadece bir koludur. Bu yolda verilecek daha çok mücadeleler, cesaret isteyen işler vardır. Bu cendereden kurtulabilmek için, mutlaka derin sistemi deşifre etmeli ve etkisiz hale getirmeliyiz. `Derin Yapı`nın tasfiyesi bizi mengenede tutmak için kurulan sistemin yıkılması demektir. Derin sistemin mengenesinden kurtulan Türkiye büyük bir sıçrama yapacak ve her biri bir deliye, psikopata, diktatöre teslim edilmiş İslam coğrafyasının da ufkunu açacaktır.


Problemin çözümü bütünüyle bizdedir. Dün onlar güçlü oldukları için değil, biz zaaf ve gaflet içinde olduğumuz için bu sistemi kurabildiler. Bu gün bu mengeneden onlar zayıfladığı için değil, biz kendimize geldiğimiz, hadiselerin farkına vardığımız için kurtulacağız. Kendi imkânlarımızın, dinamiklerimizin farkında olup, çaba gösterdikten sonra derin yapıların, sinsi hesapların yapabileceği çok şey yoktur.


İki asırdır kanımızı emen, istikbalimizi karartan canavar sobelenmiştir. Hatta kuyruğundan da yakalanmıştır. İnşallah bundan sonra milletimiz bu işin peşini bırakmayacaktır. Gerçek hukuk adamları bu baş belası canavarın hakkından geleceklerdir.


Uzun sürse ve zor olsa da...


YUSUF GEZGİN-AKTİFHABER




* * *


İşte Türkiye`deki
Derin yapının deşifresi


Türkiye`deki "derin yapı"nın yaklaşık yüz yıldır katışıksız gayrı milli, gayrı Türk ve gayrı Müslim olduğunu muhtelif yazılarımızda belirtmiş; bu derin yapının serüveninden, ülkenin sinirlerini, beynini nasıl ve hangi yöntemlerle işgal ettiğinden bahsetmiştik.


Millete rağmen varlığını sürdüren, ele geçirdiği devlet imkânlarıyla milletle mücadele eden; her dirilme-toparlanma çabamızda başımıza bir balyoz indirerek, yeniden yarı baygın hale getiren bu aygıtın sosyal ve beşeri yapısı şimdiye kadar analiz edilmedi.


Bu yazımızda "derin yapı"nın hangi kesimlerden destek aldığını, kimlere dayandığını, kimleri kullandığını, karar verme mekanizmalarının kimlerden oluştuğunu, azınlıkların bu yapının neresinde durduğunu, heteredoks gurupların bu yapıyla ilişkilerini işlemeye çalışacağız.


Anlaşılmasını kolaylaştırmak için, "Derin Yapı"nın kabaca iç içe geçmiş üç halka şeklinde kategorize edilebileceğini düşünüyorum. "Çekirdek halka", "orta halka" ve "kenar halka". Bu halkaların her birinin toplumsal dokusu, etnik yapısı ve derin yapı içindeki etkinliği farklılık arz etmektedir.


Türkiye`deki "Derin Yapı"nın çekirdek kısmı bütünüyle Yahudilerden müteşekkildir. Çekirdek kadroda Sebataylar ve Museviler vardır. Öyle ki İsrail kurulmadan önce Türkiye Cumhuriyeti bu kesim tarafından "yeryüzündeki tek Yahudi devleti" olarak anılmıştır. Türkiye`de sosyal-siyasi-ekonomik vb. hayatın stratejik önemi haiz bütün alanlarının kontrolünün bu çekirdek kadronun elinde olmasına itina gösterilmiştir.


1908 ihtilalinden sonra bu kesim bürokratik alanların en kritik noktalarını ele geçirmişlerdir. Selanik ve balkanlardaki Sebatay-Yahudi kökenlilerin mübadele ile Türkiye`ye getirilmesi bu kadronun nüfus açısından da güçlenmesini sağlamıştır. Böylece "çekirdek halka" Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin bütün stratejik noktalarını tutabilmiştir. Bu dönemde, çekirdek halkayı oluşturan kripto Yahudiler ne kara Türkleri, ne de diğer kripto ecnebileri iktidarlarına ortak etme ihtiyacında değillerdi. Onları zevahiri kurtaracak yerlerde tutmaları yetiyordu. Mutlak ve tartışılmaz bir güce sahiptiler. Sadece bürokratik alanlar ve devletin kritik noktaları değil, sosyal ve ekonomik hayatın öncüleri; yazarlar, sanatçılar, aktörler, ulusal ölçekteki patronlar hep bunlardan çıkıyordu. Devlet aygıtının daha kompleks bir hal alması, yeni kurumların oluşması sonucu her yere yetemez hale geldiler. Yeni nesilleri bohem bir hayatı tercih ediyordu. Dedeleri gibi idealist olmadıkları için bürokrasinin bunaltıcı çarklarına girmeyi arzu etmiyorlardı. Türkiye`nin nüfusu hızla artıyor ama bu kesimin nüfusu artmıyordu. Bundan dolayı "çekirdek halka" dün ellerinde tuttukları bazı mevzilerin feda edilebilecek kısımlarını diğer kripto ecnebilere ve heteredoks guruplara devrettiler.


Derin yapının özünü oluşturan "Çekirdek Halka" epeyce mevzi kaybetmesine rağmen, karar mekanizmalarını tekelinde tutmaya devam etmekte, stratejik noktaların kontrollerinden çıkma-masına itina göstermektedir. Maruz kaldığımız bütün derin operasyonların, yönlendirmelerin, spekülasyonların odağında bu çekirdek halka vardır. Çekirdek halkada olan ve karar mekanizmasını yönlendiren insanlar sanıldığının aksine tahmin edilebilecek kimseler değildir. Kamuoyunda numaralandırılan, konuşulan kimseler birinci dereceden icracılar bile değildir. Medyaya "derin" olarak yansıyan, üzerinde konuşulan kimselerin çoğu kullanılan piyonlardan, tetikçilerden ibarettir. "Beyin" olarak gösterilenler bile çekirdek halkadan değil, en fazla orta halkadan kimselerdir. Zira çekirdek halkada olan insanlar kamuoyunun tartışmasına sunulmaz. Özenle muhafaza edilirler.


Türkiye`ye derin yapının çekirdek kadrosunu konuşlandıranlar batılılardır. Dün bu kadro İngilizlerin kontrolündeydi. Bu gün ABD ve İsrail`le birlikte hareket etmektedir. Türkiye`deki derin yapının çekirdek halkası ülke sınırlarını aşan etkiye sahiptir.


Çekirdek halka her görüşün antisini, karşıtını oluşturur ve bu görüşleri vuruşturarak kendi menfaatlerini dengede tutar. Bu yönüyle ülkemizde, bölgemizde aşırı ırkçı, aşırı dinci, aşırı solcu vs pek çok akımın, görüşün arkasında bu çekirdek kadro vardır.


Çekirdek Halka 100-150 yıldır ellerinde tuttukları stratejik mevzilerin son zamanlarda tehdit altında olduğunu düşünmekte ve hâkimiyetlerinin sürdürülebilmesi için sürekli "yeni derin projeler" üretmektedir. Sistemin en kritik silahlarını, kurumlarını, araçlarını yaşadıkları erozyonu durdurabilmek için devreye sokmaktadır. Ulusalcı görünen yapıların, Ergenekon tarzı örgütlerin, kaos projelerinin, siyasi-toplumsal mühendisliklerin, ayrılıkçı gurupların, ekonomik operasyonların arkasında bu derin "beyinler" vardır. Çok iyi bir planlamayla ve rol taksimatıyla toplumun farklı kesimlerine liderler yetiştirirler. O kesimleri kendi arzuları istikametinde bu liderlerle yönlendirirler. Toplumsal direnci kırmak, yönlendirile-bilirliği kolaylaştırmak için pornografiyi, ahlaki yozlaşmayı yaygınlaştırırlar. Aileyi tahrip edecek, milli dokuyu zaafa uğratacak sektörleri desteklerler. Kendi içlerinden bu sektörlerin duayenliğini, liderliğini yapacak insanlar çıkarırlar.


Derin yapının orta halkasını masonik örgütlenmeler içinde yer alan insanlar oluşturur. Ancak masonik yapıların en üstünde karar verici, politika belirleyici konumundakiler yine çekirdek halkadandır ve kesinlikle Yahudidirler. Meslek guruplarına göre alan paylaşımı yapılmış olan (lionslar, lionesler, rotaryan, rotaraklar, iş dünyasına ait bazı kuruluşlar ve bazı STK`lar vs.) orta halkayı, gövdeyi oluştururlar. Siyasal-bürokratik-akademik-ekonomik alanları kontrol etmek, kamuoyunu etkilemek ve yönlendirmek, değişik meslek guruplarının desteğini derin amaçlar istikametinde kullanarak hâkimiyet ve etkinlik sağlamak için bu örgütlü guruplardan yararlanılır.


Masonik örgütlenmelerin içinde diğer kripto ecnebilerden (Ermeni-Rum-Süryani vs.) bol miktarda varsa da, çoğunluğu "beyazlaşma arzusundaki kara Türkler" oluşturur. Karakter zafiyeti olan bazı Kara Türkler bürokratik, ticari, siyasi vb. ikballerini düşünerek buralara üye olurlar. Zaman içinde gösterdikleri sadakate ve performansa göre yükselirler ve etkin hale gelirler. Ama hiçbir zaman bir kara Türk`ün üst karar organlarında yer alması mümkün değildir. Masonik derneklere üye olan Kara Türkler, derin yapıların toplum içindeki lojistik destekçileridirler. Büyük fotoğrafı görmeden ana hedefler istikametinde kullanılırlar ve yönlendirilirler. Derin politikalara ve operasyonlara en fazla "nitelikli malzeme" olurlar. Derin yapının orta halkası sivil ve askeri bürokrasideki, iş dünyasındaki elemanları vasıtasıyla derin operasyonlara zemin hazırlar. Mitinglerle, beyanatlarla, psikolojik harekât mahsulü eylemler ve söylemlerle kamuoyu oluşturur, ortamın olgunlaşmasına katkıda bulunur.


Yakın zamana kadar bu derin sistemi Yahudi-Sebatay ekipler tek başlarına ve sıkıntısız götürebilmekte idiler. Ancak son yıllarda güç kaybına uğramaları ve Anadolu insanının uyanışı, dün kavgalı oldukları diğer ecnebilerle işbirliğine gitmelerine neden olmuştur. Osmanlı döneminde birbirinden hazzetmeyen Yahudi-Ermeni-Rum azınlıklar, özellikle bunların kriptoları her geçen gün "Kara Türklere karşı birleşik cephe" oluşturmakta, dayanışma içine girmektedirler. Yahudi-Sebetaylar nüfus sıkıntısı içinde oldukları ve sürekli mevzi kaybettikleri için Alevi kesimle de sıkı diyalog içine girmeye, onları bir nüfus deposu, dolgu unsuru olarak görmeye ve ara kademelerde kullanmaya başlamıştır.


Derin yapının kenar (3.) halkasında yer alanlar "Beyaz Türklerin Kara Ayakları" başlıklı yazımızda üzerinde durduğumuz, yerli kara figüranlardır. Bu kesim kime hizmet ettiğinin farkında değildir. Resmin bütünü göremezler. Bir kısmı inandığı/inandırıldığı davası uğruna mücadele verdiğini düşünerek heyecan ve hamasetle hareket eder. Bunlar, bazen emekçinin, işçinin, ezilenin hakkını müdafaa ettiğini düşünen TKP`li, DHKP-C`li vb. Marksist devrimcilerdir. Bazen ezilmiş bir halkın (Kürtlerin) haklarını savunduğunu ve bunun için dağda-ovada mücadele verdiğini zanneden PKK`lılar, Kürtçülerdir. Bazen İslam adına cihat ettiği yanılgısına düşmüş Hizbullah`çı, İBDA-C`li militanlardır. Bazen beynelmilel güçlere karşı milli menfaatleri savunduğu sanısına saplanmış ulusalcılardır. Bu gurupların içinde âleme ayan olmuş gerçekleri bile ideoloji körlüğünden dolayı sorgulayamayacak kadar inandırılmış, saf insanlar vardır.


Beyaz Türklere ayak olan, figüranlık yapan kenar halkanın bir diğer kısmı ise hadiseye bütünüyle profesyonellik açısından yaklaşan "ücretli"lerdir. Bunlar aldığı bedel, karşılık, menfaat, makam vb. gereği rolünü oynayan kimselerdir. Üzerlerine vazife olmayan şeylere karışmazlar ve karıştırılmazlar. Karıştırdıklarında akıbetlerinin ne olacağını gayet iyi bilirler. Bu kategoride kime hizmet ettiğini bildiği, olayların farkına vardığı halde girdiği sarmaldan kurtulamayan epeyce insan vardır.


Kenar halka içinde bilinçli olarak tetikçilik, militanlık yapan, intikam duygusuyla hareket eden, kökeninin farkında olarak mücadele veren bazı kripto ecnebiler de vardır. Nitekim terör örgütlerinin silahlı kısımlarında, dağ kadrolarında, şehir yapılanmalarında, üniversite örgütlenmelerinde bu türden pek çok insan vardır.


Derin yapının medyaya düşen, gün yüzüne çıkan, tartışılan pek çok ismi kenar halkanın bu kategorilerinden birisine girmektedir. Müslüm Gündüzler, Fadime Şahinler, Alpaslan Aslanlar, iyi çocuk Ali`ler, tetikçi Yeşil`ler, rambo Çatlı`lar bu meydanda sadece figürandırlar; en fazla amele başıdırlar. Abdullah Öcalan, Dursun Karataş, Hüseyin Velioğlu gibi şahıslar figüran olarak işe başladığı halde, uluslararası servislerle tutukları işlerden dolayı "şöhretli birer dublör" haline gelmeyi başarabilmişlerdir.


Tetikçi figüranlarla bağlantıları ortaya çıkan, onlara imkânlar hazırlayan güya millici bazı düşük rütbeli kimselerin ancak suflör, malzemeci, dekorcu, makyajcı gibi misyonlara sahip olduğunu düşünüyorum. Pek çoğu yerli ve kara Türk olan bu insanlar milli duygularından yararlanılarak gayrı milli projelerde millete karşı kullanılmaktadır. Senarist, yönetmen gibi takdim edilen Veli Küçük türü insanların bile bu tabloda orta halkadan öteye geçebildiğini sanmıyorum.


Kenar halkada olduğu halde temsil acısından çok önde yer alan insanlar da bulunabilmektedir. Örneğin, aslı Kara Türk olan 3. halkadaki birisi bunların başbakan adayı olabilir, bunu destekleyebilirler. Ama başbakan bile olsa temel kararlarda etkisi olmayabilir, sadece kendisine emredilenleri uygular. Aynı şeyi diğer kurumların en başındakiler için de düşünebilirsiniz.


Derin yapı insanları şantajla, tehditle, kumpasa, tuzağa düşürerek de hedefleri doğrultusunda kullanabilir. İhtimal vermeyeceğiniz kişiler derin odakların emrinde bulunabilir. Uçkurundan yakalanmış itibarlı birisi; cüzdanı doldurulmuş bir entelektüel; görüntülenmiş dindar bir insan bu yapının hizmetinde olabilir.


Ayrıca derin yapıya hizmet eden payanda organizasyonlar vardır. Saunaları, fuhuş ekiplerini, tehdit ve şantaj çetelerini, terör örgütlerini, adi görünümündeki tedhiş ve suç şebekelerini hedeflerine destek amaçlı kullanırlar. Kirli işlerde bu tür örgütleri devreye sokarlar. Cezalandırmaları, zorlamaları bunlar eliyle yaparlar.


Beyin yıkama işinde ve toplumu yönlendirme amaçlı psikolojik harekât eylemlerinde profesyoneldirler. Toplumun farklı kesimlerinde bunların borazanlığını yapanlar, medya, sanat, iş dünyasında uzantıları vardır. Kamuoyu oluşturacak malzemeleri ellerinde tutmaya çalışırlar.


Türkiye`deki derin yapının İtalya-İspanya gibi ülkelerde deşifre edilen "Gladyo" tarzı yapılarla kıyaslanması yanlış olur. O ülkelerde kurulan yapılar adı geçen ülkeleri yönlendirme amaçlıydı. Bu ülkelerde milli direnç ve bilincin öldürülmesini hedeflemiyordu. Türkiye`deki derin yapı ise bizzat milleti, milli manevi dinamikleri hedef almaktadır. Derin odakların en çok neden rahatsız oldukları size bu konuda fikir verebilir.


Türkiye`deki derin yapı Milletin-devletin yarı canlı kalmasına matuf konuşlandırılmıştır. Bu derin vampiri musallat edenler Türkiye`nin kendi olarak var olması durumunda bütün bir İslam coğrafyasını, mağdur milletleri etkileyeceğinin farkında oldukları için, bizi çelikten bir çeper içine hapsetmişlerdir. Bu nedenle milletin her kendine gelme gayreti, diriliş çabası amansızca bastırılmış, öncülük eden beyinler, guruplar ezilmiştir.


Gelişmiş, köklü ülkelerde devleti ve milleti koruma refleksiyle hareket eden, siyaset üstü düşünen, ülkenin maceralara girmemesi için müdahale eden milli yapılar-ekipler vardır. Bunlara "derin devlet" dendiği de olmaktadır.


Türkiye`deki derin yapı gayrı Müslim ve gayrı milli güçlerin elindedir. Bazı iddiaların aksine derin oluşumlar ve yapılar hala bütünüyle ABD-Yahudi etkisindedir. Maruz kalınan ihtilal denemeleri, siyasi manipülasyonlar, sosyal mühendislik operasyonları bu gün de bu odakların işidir.


Ama "derin yapı" planladıklarını icraya koyamamaktan, provokasyonlarının hedefe ulaşmamasından ve milletin çevrilen dolaplara uyanmasından rahatsızdır.


SGD

* * *

DİKKAT!
Türkiye`ye karşı hain ittifak


(Kripto) Ermeniler Ermenilere Karşı


Türkiye`de Ermeni cemaatinin 35-50 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Bunlar hüviyetlerinde açıkça kimlikleri yazılı olan, dinlerini ve kimliklerini inkâr etmeyen, Lozan`da tanımlanan "azınlık" statüsünü haiz Ermeniler.


Türkiye`de birde "Müslüman" zarfında kripto Ermeniler var. Bunların toplamı geçenlerde tarihçi Halaçoğlu tarafından 1 milyon olarak verildi. Ermeni kaynakları da benzer rakamları veriyor. 1915 olaylarından sonra Anadolu`da kalan bu Ermenilerin önemli bir kısmı, en az yarısı Türkler veya Kürtler arasında samimi Müslümanlar olarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Farkında olsalar bile eski kimliklerini kurcalama niyetinde değiller. Avrupa`dan beslenen bazı dernek ve örgütler bu kesimin eğitimli gençlerine Ermeni kökenlerini hatırlatma çabası içinde iseler de; süreç Ermeni kökenli vatandaşlarımızın giderek Anadolu insanı ile kaynaşması yönünde işlemektedir.


Bu 1 milyonluk kesimin içinde önemli bir nüfus da, Ermeni kimliğinin farkında ve şuurunda olarak, Türk-Kürt kimlikleri içinde boy göstermektedir. Bu kesim bir taraftan Kürt ve Kürtçü kimliği ile PKK`nın ve onun siyasi örgütünün en önünde yer alırken; diğer taraftan ulusalcı-millici, hatta milliyetçi kimliği ile en kafatasçı Türkçüler arasında saf tutabilmektedir.


Fakat bu kripto Ermenilerin en etkin oldukları mevzi sivil ve askeri bürokrasidir. Kürtlerin, Türklerin, Alevilerin içinde yer alan Kripto Ermeniler bürokrasinin kilit noktalarında oldukça etkindirler ve son zamanlarda da şahit olduğumuz milli iradeye set oluşturma, demokrasiyi tıkama konusunda mahirdirler.


Yargı-ordu ve üniversitelerde epeyce kripto Ermeni vardır. Üniversitelerdekiler yer yer açığa çıkarılmıştır. Ancak ordu ve yargı içindekileri kimse telaffuz etmeye cesaret edememektedir. Son yıllarda kripto Ermeniler ve (bu konuda daha tecrübeli ve becerikli olan) kripto Yahudiler pek çok alanda müşterek hareket etmektedirler.


Devlet içinde konuşlanmış kripto ecnebiler ulusa rağmen ulusçu, millete rağmen devletçidirler. Devletçi, Atatürkçü, ulusalcı tepkiler veren, devlet içinde konuşlanmış bu kripto ecnebilerin, mercek tutulduğunda PKK`da, DHKP-C`de, TİKKO`da yakınları çıkabilmektedir. Bir kardeş, kuzen devletin en can alıcı yerinde mevzi tutmuş iken, öbür kardeş-kuzen güvenlik güçlerine, Türk ordusuna kurşun sıkabilmektedir. Bunlardan pek çoğunun istihbarat örgütlerimizin ve güvenlik güçlerimizin kayıtlarında mevcut olduğunu düşünüyorum.


İşte Türkiye`de yaşayan bu iki Ermeni gurup arasında ciddi bir mücadele vardır. Devletin içinde kalarak etkinliğini "kripto" olarak devam ettirmeyi hedefleyen 1. gurup ve gizli kalmış Ermenileri tespit ederek güçlü bir Ermeni varlığı ortaya koymaya çalışan 2. gurup.


Ermeni Diasporasının da desteklediği 2. gurup açıklık politikasını desteklemektedir. Var olduğu iddia edilen "1 milyon Ermeni`nin her geçen gün eridiği, Müslümanlaştığı" tezinden hareketle; Ermeni kökenli vatandaşları aslına döndürme, Ermeni nüfusuna kazandırma çalışmalarının gerekliliğine inanmaktadır.


Bu maksatla kültürel, antropolojik araştırmalar adı altında etnik köken çalışmaları yapan pek çok STK`yı devreye sokmaktadır. ABD`li-Avrupalı araştırmacı, turist gazeteci vs kimlikleriyle, Ermeni asıllı vatandaşlarımızın yaşadığı coğrafyalara seyahatler düzenlemekte, buralardaki Ermeni kimliğini diriltmeye, örgütlemeye çalışmaktadırlar.


Avrupa Birliği fonlarından da yararlanarak Anadolu`daki Ermeni eserlerinin restorasyonu için çaba gösterilmektedir. Ermeni kültürünün canlandırılması konusunda devlet içinde konuşlanmış kripto Ermeniler de ciddi destekler sağlamaktadır. Son iki erovizyonda Türkiyeden Ermenistana çıkan yüksek oyların Ermeni varlığını ispata yönelik bir atraksiyon olduğunu düşünüyorum.


Diğer gurup açıklıktan yana değildir, gücün gizlilikte olduğunu düşünmektedir. Bu gurup (Kripto) Ermenilerin Devlet içinde, PKK içinde, ulusalcılar içinde konuşlanarak, Türk devletini ve toplumunu içeriden daha rahat çökertebileceğine, bölebileceğine inanmaktadır. Bu gurup açıklık politikasıyla uzun yıllar çalışarak edindikleri stratejik konumlarının deşifre olacağından, açığa düşeceklerinden endişe etmektedirler. Kripto vaziyette kalmanın daha etkin ve verimli olduğunu, hedeflerine ulaşmak ve Türklerden intikam almak için daha uygun bir yöntem olduğunu düşünmektedirler. Son zamanlarda kripto Yahudilerden de tam destek alıyor olmaları ümitlerini daha bir artırmıştır.


AB sürecinin başlamasıyla birlikte bu iki Ermeni gurup arasında ciddi bir mücadele başlamıştır. Açıklıktan yana olanlar AB rüzgârını da arkalarına alarak, gizli Ermenilerin ortaya çıkarılmasından yana tavır almaktadırlar. Diğer gurup ise gizli ve gizemli olmanın avantajlarını kullanmaya devam etmeyi istemekte; yıllar süren çabalar sonucu elde ettikleri önemli mevzileri-tecrübeleri riske sokmak isteme-mektedirler.


Açıklıktan yana olan ve daha yerli bir duruşa sahip olan, gizli Ermenilerin varlığını dile getiren Hrant Dink`in ulusalcılar içinde konuşlanmış kripto Ermenilerce öldürülebileceğini ihtimalden uzak tutmuyorum.


Açıklık politikası izleyen ve Ermeni köklerini ortaya çıkarmaya çalışan gurubu, devlet içinde konuşlanmış guruba göre daha masum ve makul buluyorum. Bu tür çalışmaların diğerine göre ülkeye zararının çok sınırlı kalacağını düşünüyorum. Anadoluda bir dönem nüfusun yaklaşık dörtte birini Ermeniler oluşturmuş. Çok iyi dostluklar kurulmuş, komşuluklar yapılmış. Batılıların istismarına kadar Ermeniler "Milleti Sadıka" olarak en stratejik görevlerde bulunmuşlar ve Türk devletine katkı sağlamışlar. Bu gün hepsi aslına dönse bile %1`i ancak geçecek Ermeni nüfusun ülkeye problem olacağını düşünmüyorum. Tehcire uğramış ABD ve Avrupa`daki Ermenilere dahi kucak açsanız toplamının 5 milyonu bulacağını sanmıyorum. Ama kripto Ermeniler yüzyıldır ne Ermenilere ne Türklere huzur yüzü göstermemişlerdir.


Van`da rektörlük yapmış bir Ermeninin tarihi eser koleksiyonuna, Azerbaycan, Gürcistan üzerinden Ermenistan`a hangi sıklıkta gittiğine bakmak lazım. Yücel Aşkın, Doğu Perinçek ve İstanbul`daki bir üniversitenin rektörünün Doğu Anadolu`da, "Eski (Kemaliye) Uygarlıkları Araştırma Çalışmaları"yla hangi uygarlıkları araştırdığına, ÇEKÜL Vakfı`nın hangi kiliseleri restore etme çabasında olduğuna bakmak lazım.


Bu memlekette kripto Ermeniler Türk milliyetçiliğinin liderliğini yapacak kadar, İsviçre Lozan`a giderek Ermeni tezlerine Türk tarafı adına kota koyacak kadar, ulusalcı gösterilerde en önde Türk bayrağı sallayacak kadar içimizdedirler.


Sinirlerimizde dolaşacaklarına bırakalım açığa çıksınları.


YUSUF GEZGİN/AKTİFHABER

 * * *

Türk ve Yunan Sebatayları birleşti.

Türk ve Yunanistan `Masonları` ortak hareket kararı aldılar. Artık `alan politikası` uygulanıyor... İşte Türkiye`ye gelmeyen Sebatayların iki ülkedeki ortak planları.


Tapınak Şövalyeleri Haçlı Savaşları döneminde `İsa`nın Yoksul Şövalyeleri` adıyla, Hıristiyanlar için kutsal sayılan yerleri `Müslümanlardan korumak` için kurulmuştur. Kendilerine tahsis edilen Süleyman Tapınağı`ndan dolayı sonraları kendilerine `Tapınak Şövalyeleri` denmeye başlanmıştır. Tapınak Şövalyeleri askerlikle tarikatı bir arada götüren gizemli, ezoterik inançlara sahip bir guruptur.


O dönem Müslümanları bir taraftan Haçlılarla uğraşırken, diğer taraftan içeriden Haşhaşilerin saldırılarına maruz kalmaktaydılar. Tapınak şövalyeleri bu dönemde İsmaililer`le ve Haşhaşilerle ittifaklar kurarak Müslümanlara karşı ortak cephe oluşturmuşlardır.


Tapınakçıların Hz. İsa hakkındaki görüşleri Hıristiyanlardan farklıydı. Bu nedenle sonraları Hıristiyanlıktan uzaklaştıkları ve ihanet ettikleri için tardedilmiş ve bir kısmı yakılarak cezalandırılmıştır.


Kudüs ve çevresi haçlılardan temizlendikten sonra Tapınakçıların gizemli ve karanlık örgütlenmelerle günümüze kadar geldiği ve bu günkü masonik yapıların temelini oluşturduğu düşünülmektedir. Yahudi etkisinin sürekli arttığı bu karanlık örgütün hedefleri arasında, `Müslümanların eline geçen kutsal yerlerin geri alınması` ve bunun için mücadele edilmesi de vardır. İstanbul(Konstantinopolis) Tapınak şövalyeleri için kutsaldır ve Müslümanlardan mutlaka alınmalıdır! Bizdeki beyaz Türklerin ve İstanbul`a, Boğaziçi`ne yerleşik Erguvanilerin, kripto ecnebilerin örgütlenmeleri ve hedefleri Tapınak Şövalyeleri ile örtüşmektedir.


Rodos adası Tapınak Şövalyeleri için önemli bir merkezdi ve burada Tapınak Şövalyelerinin kadim tapınakları bulunmaktaydı.


Tapınak Şövalyeleri`nin Cumhurbaşkanının annesini `Ermeni` olmakla itham eden Canan Arıtmanla ilgisi ne?


Canan Arıtman`ın kocası Yetkin Arıtman, İzmir bölgesi masonlarının `üstadı muhterem`liğini (İzmir ve bölge başkanı) yapmış bir adam. İnsanların inançlarını, etnik kökenlerini tartışmaya açan bu aile, kendilerini Cumhuriyetin kurucusu ve yegâne sahibi gören, Kara Türkleri küçümseyen ve dışlayan Sebetay kökenlilerdendir.


Koca Arıtman, 21 masonla birlikte 22 Nisan 2007 günü Rodos Adası`na giderek, Tapınak Şövalyeleri`nden kalma büyük mabette, Yunan masonlarla birlikte tarihi bir ayin gerçekleştirdi. Yunanistan Kültür Bakanlığı Tapınak Şövalyeleri`nden kalma binaları 2006 yılında restorasyon çalışmaları karşılığında Yunanistan Büyük Mason Locası`na devretti. Rodos adasındaki bu ayin Türkiye&Yunanistan masonlarının ortak hareket kararının temelini atan çok kritik bir toplantıydı. Canan Arıtman`ın kocası Yetkin Arıtman bu tapınağın restorasyonunda ve Türk-Yunan masonlarının müşterek hareket kararında başrol oyuncusuydu.


`Türk ve Yunan masonlarının işbirliği yapması neyin alameti ve işareti olabilir ki? İki komşu mason örgütü kardeşçe işbirliği yapıyor` diyebilirsiniz.


Ancak mesele öyle değil. Türk-Yunan ve Türk-Ermeni ilişkilerindeki gerilim mason locaları ve her iki ülkede de etkin olan Sebatay kesimler tarafından sürekli ve planlı olarak körüklenmektedir. Mübadele sırasında Yerli Sebataylara ilave olarak Selanik`ten Müslüman göçmenlerin arasında epeyce bir kripto Yahudi getirilmiş ve bunlar Türkiye coğrafyasına dağıtılmış; büyük bir ihtimamla devletin ve toplumun sinirlerine, kritik noktalarına yerleştirilmişlerdi. Selanikli Sebatayların elbette hepsi Türkiye`ye getirilmedi. Yunanistan`da da bunlardan epeyce bırakıldı. Bizde `Müslüman Türk` olarak görünen bu kesim, Yunanistan`da `Hristiyan Rum`, hatta Yunan milliyetçisi olarak sahne aldılar. Bizde ve onlarda yönetimde hep etkili oldular, pek çok bakan, başbakan, Cumhurbaşkanı çıkardılar. Fakat her dönemde kültürü, zevkleri, refleksleri benzeyen; ortak geçmişe sahip bu iki toplumu gergin ve düşman olarak tutmayı başardılar. Her iki başbakanın da Sebatay olduğu bir dönemde `kardak` kayalıklarından dolayı neredeyse savaş çıkaracaklardı. Birilerinin hâkimiyeti devam edebilsin diye iki ülke halkı sürekli birbirine karşı kışkırtılmaktadır. Beyaz Türklerin kontrolündeki ulusalcılara mukabil, Yunanistan da Yunan ulusalcılar desteklenmektedir.


Türkiye ve Yunanistan`da yapılanmış olan Ergenekon, gladyo tarzı yapılar benzerlik arz etmekte ve aynı cenahlarca yönlendirilmektedir. Bizde derinlerin tetikçisi ve suikastçısı DHKP-C`nin bir benzeri, `17 Kasım Örgütü` şeklinde Yunanistan`da yapılandırılmıştır. Her ikisi de, hücre yapılanmasına sahip, nokta hedeflere kilitlenen, önemli insanlara suikastlar düzenleyen, derin odakların taşeronluğunu yapan örgütlerdir ve iki örgüt işbirliği içinde çalışmaktadır. Türkiye`deki bütün muhalif guruplara ve örgütlere kucak açan Yunanistan`ın `Lavrion Terör Eğitim Kampı` DHKP-C, PKK kavgalarıyla da gündeme gelmişti.


Bizdeki Ergenekon`un deşifre edildiği süreçte, Yunanistan`daki derin yapının kirli eli 17 Kasım (17N) örgütünün de üzerine gidildi ve örgüt önemli oranda çökertildi. Bizde nasıl `Başbayan` ve onun `Karanlık Güvenlik Amiri` döneminde Ergenekon ve faaliyetleri pik yapmışsa, Beyaz Rum Papandreu`lar döneminde de 17 Kasım Örgütü azmış ve dokunulamaz hale gelmişti. Kaderin cilvesi bizde bir Kara Türk olan Erdoğan döneminde Ergenekon`un üzerine gidilirken; Yunanistan`da da bir Kara Rum olan Karamanlis döneminde Yunan derin yapısı deşifre ve tasfiye edilmeye başlandı (Karamanlis`ler aslen Hıristiyan Karaman Türklerindendir, mübadele din esasına göre yapıldığı için Yunanistan`a gönderilmiştir). Ancak hem Türkiye`de hem Yunanistan`da tasfiyeye karşı `derin kripto yapılar` harekete geçtiler. Yunanistan`da orman yangınları ve provakatif olaylar çıkarıldı ve mevcut kara hükümet yıpratılarak düşürülmeye çalışıldı. Garip bir şekilde bir AB ülkesi olan Yunanistan`da (bizdekine benzer) Kripto medya ve derin muhalifler `olağanüstü hal` talep etmeye başladılar. Bizde ise Cumhurbaşkanlığı krizi, Cumhuriyet mitingleri, e-muhtıralar, provakatif olaylar yaşandı.


Türk ve Yunan masonlarının, beyaz kripto yapıların kutsal(!) Rodos tapınağında bir araya gelerek birlikte hareket etme kararı manidardır.


Canan Arıtman`ın kocasının organize ettiği bu toplantıda ayinin dışında ne gibi kararlar alındı, neler planlandı?


Derin, karanlık, masonik yapılar mevcut hükümetlere karşı müşterek hareket etme kararı aldılar mı?


Komşuda bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine başlatılan olayların, şiddet eylemlerinin benzerleri Türkiye`de çıkarılacak mıdır?


Kendi çıkardıkları yangınlara mekanize güçlerini çağıran bu derin, karanlık cenahlar komşuda ve bizde olağanüstü hal ortamı mı oluşturmaya çalışıyorlar?


Yusuf Gezgin/ Aktif haber


* * *


"PKK Ergenekon'un İkizidir"



"PKK Ergenekon'un İkizidir "Türkiye’nin derin kodlarına hükmeden ucu dışarıda gayrı milli yapılar, ülkemiz üzerindeki inisiyatifi kaybetmemek için, birbirine zıt görünen farklı yapılara yatırımlar yapmışlar…

Ergenekoncuların sıkıştığı ve kamuoyu tarafından sorgulandığı bir dönemde, öbür yakada hizmet veren kardeşleri imdada yetişiyor. PKK ve aveneleri konjonktür Kürt haklarından yana eserken; havadan sudan bahaneler ileriye sürüp ortalığı karıştırıyorlar, huzuru bozuyorlar… 

“PKK Ergenekon’un İkizidir” sözünü ben söylemiyorum. Bu söz, yıllarca PKK saflarında bulunmuş, sonra da “vatan için!” JİTEM tarafından karanlık ve karışık işlerde kullanılmış Abdülkadir Aygan’ın itiraflarıdır.

Taraf Gazetesinden Neşe Düzel’e verdiği mülakatta da benzer iddialarını sürdüren eski PKK’lı ve JİTEM itirafçısı Abdulkadir Aygan, PKK ve JITEM tarafından yıllarca kullanıldığını, Ergenekon davasında yargılanan pek çok kimseyle beraber çalıştığını ve ifade verebileceğini söylüyor. Bir terörist iken devlet(!) lehine devşirilen ve pek çok faili meçhul olaya, cinayete bulaştırılan Aygan, yeni bir kimlik verilerek devlet memuru haline getiriliyor. 

www.nasname.com adlı internet sitesine konuşan Aygan, özellikle 1990–1999 arasında işlenen birçok faili meçhul cinayetlerde yer aldığını anlatıyor. “1985 yılında Ergenekon’un ikiz örgütlenmesi olan PKK’dan kaçarken kendimi 1990–99 yılları arasında tüm kirli işlerin ana omurgasını oluşturan JİTEM’in kucağında buldum” diyen Aygan söz konusu çetenin emrinde asker ve sivil memur olarak görev yaptığını söylüyor. İtirafçı “bu kirli işlerde birçok eski PKK’lı gibi bende işlenen cinayetlere ortak oldum. Sözünü ettiğim tüm faaliyetlerin devlet Ergenekon örgütlenmesinden bağımsız olarak yürütülmediğini iddia ediyorum. Bu nedenle Ergenekon davasında hem sanık, hem mağdur, hem de tanık olarak ifade vermek istiyorum.” açıklamasında bulundu.

PKK ve Ergenekon’un benzer amaçlar güden, benzer yapılar olduğunu, “Apo” denen zatın MİT adına işe başlamışken, sonraları büyük servislerin hizmetine girdiğini; her iki yapının kontrolünün de, gayrı milli kesimlerin elinde olduğunu; ikisinin de ülkeyi kana, gözyaşına bulamayı, kaos ve kargaşa çıkarmayı hedeflediğini, bu yapıların kandan, huzurluktan, husumetlerden beslendiklerini önceki yazılarımızda belirtmiştik.

Peki, nasıl olabilir? Birbirine zıt yapılanmış, hedefleri zıt görünen iki örgüt aynı amaca hizmet edebilir mi?

Evet, edebilir; zira her ikisini de tasarlayan, düşünen beyin aynı. Bu beyin toplumun farklı kesimlerini birbiriyle vuruşturabilmek, “düşman”, “kanlı” hale getirebilmek için işini şansa bırakmamış, her iki tarafı birden tasarlamış, yapılandırmış ve yönetiyor.

Eğer ön kabullerinizden ve “psikolojik harekât mahsulü” şartlanmışlıklarınızdan kurtulabilirseniz, birbirine zıt terör örgütlerinin aynı ellerce idare edilmesinin çok akıllıca ve verimli olduğunu siz de görebilirsiniz. Bu gün bırakın büyük servisleri, büyük firmalar bile, sırf ticari mantıkla bunu yapıyorlar. Artık büyük markalar kendi rakibini kendisi oluşturuyor. Daha farklı isimle ve konsepte sahip, aynı piyasada faaliyet gösteren firmalar kuruyorlar. Çoğu zaman vatandaş bu firmaların aynı kimselerin olduğunu bilmiyor bile. Örneğin birisi daha halk tipi oluyor, diğeri daha aristokratik! Birisi, pahalı oluyor, diğeri ucuz! Birisi spor oluyor, diğeri klasik! Peki, firmaların bile düşündüğü bu taktikleri Türkiye gibi önemli bir ülkeye kasteden servislerin görmeyeceğini ve ihmal edeceğini mi düşünüyorsunuz!..

Servisler ve devletler açısından kendisine fiilen veya potansiyel olarak tehdit teşkil eden bir ülkeyi bitirmenin, zararsız kılmanın en kolay, ucuz ve risksiz yolu, o ülke içinde muhalif odaklar oluşturarak birbirine vuruşturmaktır. Böylece ülkenin ekonomisini, huzurunu bozabilir, geleceğini ipotek altına alabilirsiniz. Bu açıdan bakarak düşündüğünüzde; Ergenekon tarzı, milletin tepesinde boza pişiren “antidemokratik”, “derin”, güya “Türkçü” tedhiş örgütleriyle; ülkeyi kana, şiddete boğan, güya “Kürtçü” PKK’nın beraberce kullanılması pek verimlidir. Memleketin son 30 yılı ve milyarlarca doları bu sayede heba edilmiştir. Üstelik ülkenin birliği bütünlüğü çatlatılmıştır. Ayrıca bunu yapanlar ekran önüne çıkmadığı, alenen yapmadığı için bizim en sıkı müttefiklerimiz olarak poz vermeye devam etmişlerdir. Onlardan silahlar almaya, en stratejik ihalelerimiz vermeye, stratejik müttefik kalmaya devam etmişizdir.

Ben sadece PKK’ değil DHKP-C, TİKKO, DEVSOL, HİZBULLAH, HİZBÜTTAHRİR vs gibi, ülkede ne kadar huzursuzluk kaynağı örgüt varsa, Ergenekon ve PKK’ya kardeş olduğunu düşünüyorum. Evvelki gün aşırı solda yer alan, dün APO’ya çiçek veren, ama bu gün “Ergenekoncu”, “ulusalcı”, “devletçi” kesilen; hakikatte ise, yabancı servislerin tapulu elemanı olan; birisi Ermeni, diğeri Sebatay kökenli (üstelik sıkı bir Sebatay bilimcidir!) meşhur ve maruf iki solcu aydın(!), konuyu aydınlatmaya yardımcı olacak iki çarpıcı örnektir.

Bu ülkede PKK’nın yayın organı Özgür Gündem’in yayın yönetmeni Merdan Yanardağ, bir süre sonra ulusalcıların en önünde yer alıyor, “ulusalcı”, “millici” Doğu Perinçek’in sağ kolu haline geliyor.

Ergenekon operasyonlarının sekizinci dalgasında yakın arkadaşı Tuncay Özkan’la birlikte tutuklanan Hüseyin Nazlıkul’un PKK Almanya örgütlenmesinde etkin olarak çalıştığı ortaya çıkıyor. PKK eski üst düzey yöneticilerinden Şükrü Gülmüş’e göre “Nazlıkul” ailesi PKK ile iç içe. Hüseyin Nazlıkul’un bir kardeşi Almanya’da yayın yapan PKK yanlısı “Özgür Politika” gazetesinde yöneticilik yapıyor. Ergenekon’dan tutuklanan Nazlıkul’un bir başka kardeşi uzun yıllar PKK da komutanlık yapmış, Terzi Cemal lakaplı teröristin yardımcısıdır. Hüseyin Nazlıkul ise, ihtilal çağrısı yapan, askeri kışkırtan Tuncay Özkan’ın en yakın adamlarından birisi. Nazlıkul “Kanal Türk”te ve en son kurdukları “Biz TV” de ulusal söylemlerle vatandaşı kışkırtmakla meşguldü. (Zaman, 2 Ekim 2008 Ahmet Dinç, www.nasname.com)

Okuyucularımızın aklına şöyle bir soru gelebilir: İyi de, bu Ergenekoncular bazı güvenlik kurumlarının içinden çıkıyor. Ergenekoncuların bu kurumlarca kollandıklarına dair şeyler konuşuluyor. Milletin canını, güvenliğini emanet ettiği kurumlarda da böyle ecnebi yapılanmaları mı var?

Bu soruya, “maalesef öyle!” demek zorunda kalacağım. Hatta kahredici bir esefle belirtmeliyim ki, ecnebi servislerin yüzyıllardır en iyi saklandıkları ve sardıkları kurumlar buralardır. Müslüman Anadolu evladının dışlandığı ve tasfiye edildiği bu yerler ecnebi servislerin tehdidi altındadır. Milletin varlığına kasteden, insanımızın geleceğini ipotek altına alan, kardeş kavgalarına, ideolojik bölünmelere ivme kazandıran pek çok hareket, buralarda yuvalanmış karanlık çetelerden lojistik destek görebilmektedir.

Ergenekon da, PKK da, DHKP-C de, HİZBULLAH da yabancıların ektiği tohumlardır ve farklı kulvarlarda farklı misyonlar görsün diye, aynı ellerce canlı tutulmaktadırlar.

Kürt aydınlar, Kürtlerin mağduriyeti ve hakları ile PKK’nın hiç bir bağının olmadığını görmeliler. Kürtler Terör Örgütünün, Türk-Kürt kardeşliğine kasteden, birileri lehine kaos ve çatışmaya imkan sağlayan taşeron, güdümlü bir örgüt olduğunu anlamalılar. Ergenekon’un sorgulandığı şu günlerde Kürtler de kendi Ergenekonları olan PKK’yı sorgulamalılar. Kürtlerin yaşadığı mağduriyetler kendilerini böyle bir taşeron örgüte kullandırmalarına gerekçe olmamalı. 

Türkiye Ergenekon’u ve PKK’yı beraber sorgulamalı. Karanlık odakların kanlı iki eline de mercek tutmalı…

Yusuf GEZGİN/18 Şubat 2009


* * *


Ergenekon'un Seyri ve Encümen-i Daniş

ETÖ, “Ergenekon terör örgütü” milletimize tebelleş olmuş, kanımızı emen, sinirlerimizi ele geçirmiş “gayrı milli derin yapı”nın kirli işlerde kullandığı elidir.

Ergenekon örgütü ülkemizdeki “örtülü işgal”i yürüten kesimlerin, kirli, karanlık, provakatif aracıdır. ETÖ, planları gizli-gizemli mahfillerde yapılan, “sosyal mühendislik”, “toplumu gütme” çalışmalarının taşeronundan başka bir şey değildir. Bu manada Veli Küçük, İbrahim Şahin gibilerin ve onların kullandığı piyonların ve katillerin bütünü görme adına önem arz ettiğini düşünmüyorum. Ergenekon davasında ortaya çıkanlar sadece derin yapının görünen yüzüdür. Ortalığa saçılanlar bu derin ve karanlık ağacın dallarından ve dikenlerinden ibarettir. Ancak dallardan gövdeye ve köke ulaşma ihtimali belirmiştir.

10. dalgaya kadar “bu operasyonun dallarda ve uçlarda kalacağı” konusunda bazıları kaygı taşımıyorlardı. Taşeronları ve tetikçileri feda ederek nasıl olsa bu işten sıyrılabilirlerdi. Ancak 10. dalga tetikçilerden, taşeronlardan orta seviye idarecilere uzandı. Yangın, uçlardan gövdeye doğru yol almaya başladı. Soruşturma “itibarlı” ve “kariyer sahibi” kimselere de dokunur hale geldi.

Düne kadar bu soruşturmayı bir noktada durdurabileceğinden emin kesimler, 10. dalga ve onun uzantısı 11. dalgadan sonra ciddi şekilde paniklediler. Dalları feda ederek gövdeyi kurtarmanın kolay olmayacağını; tetikçileri, taşeronları savcıların önüne atarak müteahhitleri (patronları değil!) kurtaramayacaklarını görmeye başladılar.

10. dalgadan sonra bütün karanlık kesimler, onların avukatları ve beyaz Türklerin gri propagandalarına inandırılmış bazı kara Türkler, topyekûn müdafaaya ve dava sürecini sulandırmaya niyetlendiler. Yargıya ve savcılara müdahale yollarını devreye sokmaya başladılar. Bazı kurumların yıpratıldığından dem vurarak “kurumsal gövde gösterileri” yaptılar, tehdit içeren nümayişlere yöneldiler. Diğer yandan dava sürecini ve mahkemeyi by-pas ederek problemi daha derinlere inmeden halletme yollarını araştırmaya koyuldular.

Ama her şeye rağmen dava süreci ve ETÖ soruşturması devam ediyor. Üstelik her geçen gün yargının projeksiyonu gövdeye ve köklere doğru ilerliyor… Karanlık noktalar aydınlandıkça ürkütücü tablolarla karşılaşılıyor...

Cephaneliklerin ve silahların çıkmasından sonra kamuoyu Ergenekon’un derinliğine ve tehdidine ikna oldu. Ama yine birileri “birkaç bombayla, lav silahıyla, mermiyle hükümet mi yıkılır? Devlet mi çökertilir?” diyerek meseleyi hafife almaya devam ediyorlar.

Bende aynı kanaatteyim; bence tehlikeli olan birkaç bomba ve silah değildir. Ülkeyi tehdit eden yakalanan tetikçiler, taşeronlar değildir. Asıl tehlike bunları kullanan, olayları planlayan, projeleri devreye sokan “beyinler”dir. Cephanelikleri yakalamakla, tetikçileri içeri tıkmakla, Veli Küçük gibi işin müteahhitlerini cezalandırmakla mesele çözülmeyecektir. Problemin odağında kirli elleri kullanan “kariyerli kimseler” ve “itibarlı kişiler” bulunmaktadır. “Derin”, “beyaz” beyinlere ulaşmadan asırlık problem çözülemeyecektir. Sadece sivrisineklerle uğraşılmış olacaktır. Asırlardır topraklarımıza yerleşik, kokuşmuş bataklık yeni sinekler, böcekler üretmeye devam edecektir. 

10 ve 11. dalga “derin”, “beyaz” ve “itibarlı” beyinlere ulaşma ve derin yapının gövdesine, köklerine doğru ilerleme iradesini ortaya koymuştur. Düne kadar tetikçilerle, taşeronlarla kurtaracaklarını düşünenler, bu dalgalardan sonra ciddi şekilde tedirgin olmuş ve korkmaya başlamışlardır. Savunma hattını sıkılaştırmış, daha köklü ve kalıcı çözümler aramaya yönelmişlerdir. Diğer taraftan sürecin köklere doğru ilerleme-mesi, karar vericilere uzanma-ması için “sulandırma”, “bulandırma” faaliyetlerine başlamışlardır.

Ben son günlerde gündeme getirilen ve Ergenekon’un karar organı gibi sunulan Encümeni Daniş’in böyle bir sulandırma ve bulandırma faaliyeti sonucu ortaya atıldığı görüşündeyim. Emekli devlet erkânından oluşan, gevşek bir yapılanmaya sahip, bütünlük arz etmekten uzak bu heyet, olsa olsa “derin yapının destek kuvvetlerinden” birisi olabilir. Kamuoyu oluşturma ve kamuoyunu etkileme, yönlendirme araçlarından birisi olabilir. Encümeni Daniş, Ergenekon’un ve iki asırdır ülkenin kaderine egemen olan Derin Yapının karar organı, beyni olmaktan fersah fersah uzaktır.

Asırlardır karanlık ve karışık usullerle bu topraklarda hükmeden derin yapının, kompleks ve kompartıman sistemine sahip bir organizasyon olduğunu düşündüğüm beyni bu kadar yüzeyde ve cascavlak olamaz. Ama birileri, son toplantısı kasten açıktan yapılan Encümeni Daniş’i “derin işlerin pek de zararlı olmayan, devlete hizmet etmiş, tecrübeli dedelerden oluşan heyeti, beyni” olarak sunmak ve bu işin sorgulanmasını bir noktada durdurmak istiyor… 

Encümeni Daniş içinde derin yapının karar organında yer alan isimler de bulunabilir, ancak ben Encümeni Daniş ve benzeri yapıları derin yapının lobi kuruluşları, toplumu etkileme araçları ve daha “derinlere inmeyi engellemek için oluşturulmuş sütreler” olarak görüyorum. Masonik yapılanmalar ve bazı mesleki, ticari örgütlenmeler de bu cümleden payandalardır.

Derin Yapının “milli” ve “tarihi” bir kısım isimleri, figürleri kullanması ve vurgulaması meselenin derinliğine nüfuz edemeyen bazı kara Türklerde kafa karışıklıklarına neden olmaktadır. Bu kesimler Ergenekon gibi milli(!) bir harekete, yabancı güçlerin operasyon yaptığına inandırılmaktadır. Olayları sisli, bulanık gören pek çok vatan evladı kara Türk, memlekete asırlardır kinini boşaltan; kanlı, karışık, ecnebilere bina edilmiş derin organizasyonları, maalesef milli duygularla müdafaa etmektedir.

Bu konuyu “KEK TÜRKLER” başlığı altında başka bir yazıda ele almayı düşünüyoruz.

Yusuf GEZGİN/28 Ocak 2009


* * *

KEK-TÜRKLER

Tarihte “Türk” ismiyle Orta Asya’da kurulan ve “Göktürk kitabeleri” dediğimiz ilk Türkçe anıtları bırakan, iyi işler yapmış Gök Türkler var. Bir de 20. yüzyılı “gayrı Türk”, “gayrı Müslim”, “naylon” Türkçülerin arkasından koşarak ıskalayan; 21. yüzyılda hala ayıkmayan, “Türküm” “Türkçüyüm” diyen, hamasi sloganlar atan, ama Türklerin enerjisini emen, emeklerini heba eden kripto vatandaşların oltasına gelen KEK-TÜRKLER var.

KEK-TÜRKLER 20. yüzyılda Türk olmayan, ama Türkçülüğün esaslarını yazan, Türk milliyetçiliğinin temellerini atıp liderliğini yapan bir kısım Sebatay ve Ermeninin ardında koşturmakla geçirdiler ömürlerini. Türkçülük yapıyoruz ve Türkiye’yi kurtarıyoruz zannederek, üretilmiş birkaç sloganın ardından “global projelerin malzemesi” oldular. Kardeşin kardeşe kırdırıldığı, Türkün Türk’e vurdurulduğu, ülkenin kan gölüne çevrildiği cepheleşmelerde kendilerini bir ülkünün, bir misyonun sahibi zannederek anarşinin, kargaşanın, şiddetin tarafı oldular. 1980 öncesinin alacakaranlığında “Komünizme karşı mücadele ettikleri”, “devleti kurtardıkları”, “mukaddesatı korudukları” söylendi kendilerine, buna inandılar ve bu inançla mücadele ettiler. Pek çok ülkücü genç canını feda etti bu yolda. İnşallah, o ölenler (samimi iseler) şehit olmuşlardır. Ama 1980 ihtilali patlayan flaş gibi bütün gerçekleri ortaya çıkardı, Rusya’dan beslendiği söylenen, komünizmi getireceği korkusu pompalanan aşırı sol gurupların da; devleti, mukaddesatı, Türklüğü koruduğu zannı ile hareket eden ülkücü gurupların da ipi ABD’ye çıkıyordu. ABD güdümündeki derin devlet, gladyo hem solu, hem sağı beraberce kullanıyordu ve bunlar eliyle bir ülkenin önünü kesiyor, ayağa kalkmasını engelliyor, insanlarımızı birbirine kırdırıyordu. 1980 ihtilaliyle her iki tarafın biraz aklı erenleri nasıl kek-lendiklerini anladılar. Aklı başına gelen solcuların pek çoğu liberalleşti, ticarete atıldı ve hayattan zevk almanın yolunu seçti. İdeolojinin karın doyurmadığının farkına vardı. Bu gün medyada yer alan “tatlısu balıkları”nın pek çoğu, dünkü aşırı solculardır. Ülkeyi kurtardığını düşünen ülkücülerin aklı erenleri ise, ya mutaassıp birer dindar oldular veya dünyalarını kazanmaya yöneldiler.

1980 ihtilali hem solcuların hem sağcıların aynı karanlık el tarafından nasıl kullanıldığını ve kek-lendiğini ortaya çıkardı. Ama aradan geçen 30 yıla rağmen hala parlak sloganların, içi boş hayallerin, sonuçsuz hamasetlerin peşinde koşarak ülkücülük yaptığını sanan yığınla “Kek Türk” vardır. Ulusalcılarla kek Türkleri ayrı tutmakta fayda var. Ben ulusalcılıkta en küçük bir iyi niyet ve millilik görmüyorum. Onların “Türk”ten anladıkları kripto ecnebi “beyaz Türk”; “ulus”tan anladıkları manevi ve tarihi değerlerden arındırılmış, son 80 yıla hapsedilmiş suni bir topluluktur. KEK Türklerden kastım; aslı kara olan, ama ne idüğü belirsiz, ucunun nereye çıktığı belli olmayan hareketlerin ardından gözü kapalı, sloganların talimatıyla yürüyen ve Türkçülük yaptığını zannederken, Türklük ve millet aleyhine kullanılan Karatürklerdir. Yazılarımda sıkça belirttiğim gibi, bana en ağır gelen şey Anadolunun gariban insanlarının münafıkça akımların arkasından gitmeleri ve inandıkları ideallerin aksine kullanılıyor olmalarıdır. Kara Türkleri ayıktırma niyetiyle yazdığım her yazıdan sonra maalesef  “satılmış”, “hain” “sen Türk olamazsın” gibi ithamlarla, iftiralarla karşılaştım.

Daha önce, 1980 öncesinde sabahlara kadar duvarlara (ülkücü) sloganlar yazdığımı, pek çok arkadaşımın o bulanık, sisli ortamda öldürüldüğünü, pek çoğunun dayak yediğini, hapse girdiğini yazmadım. Yani kendimin de bir dönem kek-lenenlerden olduğunu şimdiye kadar ifade etmedim. Derdim; Anadolu’nun ezik, mağdur, son iki asrın çilesini, sıkıntılarını, savaşlarını, muhaceretlerini omuzlamış bu kesiminin uyanmasını sağlamak! Daha fazla istismar edilmesinin önüne geçmek! Bunun için de çok şey istemiyorum, sadece bu kesimin yediğimiz onca kazıktan sonra daha dikkatli olmalarını, her parlak sloganın, fikrin; her güzel konuşanın, iyi nutuk atanın arkasından gitmemelerini öneriyorum. İnsanların nutuklarına, değil yaptıklarına, fiillerine dikkat etmelerini, kek-lenme-melerini arzu ediyorum. Kişileri, olayları ve yaşanan süreçleri inandığınız değerlere ve hedeflediğiniz ideallere, ülkülere yaklaştırma açısından sorgulamalarını salıklıyorum.

Türkiye’de bir dönem büyük bir deprem olmuş ve ülkenin bütün köşeleri işgal edilmiş, bütün değerleri altüst olmuştur. Bu toprakların gerçek sahipleri Karatürkler hayatın her alanından dışlanmış, yokluğa, yoksulluğa, cehalete mahkûm kılınmıştır. Türk ve Türkçü vurgular, milliyetçilik gibi kavramlar Türklerin aleyhine, Türkleri sindirmek için kullanılır hale gelmiştir. Bu depremden sonra sinirlerimizi ele geçiren haramiler, bize ait kalelerin, bize ait mevzilerin başına geçmişler ve ideallerimizin, söylemlerimizin içini boşaltmışlardır. Kandırılmaya müsait bazı Kek-Türkleri yanlarına çekerek Kara Türklere, Anadolu insanına karşı kullanmışlardır. Mübalağalı şekilde Türkçü vurgular yapan organizasyonların, partilerin, derneklerin nirengi noktalarına adında Türkçülüğe ait vurgular taşıyan gayrı milli ve gayrı Müslim naylon Türkçüler geçirmişlerdir. Bu organizasyonlarla bir kısım Kara Türkleri peşlerinden sürükleyerek, hem Türk insanının enerjisini emmiş, hülyalarını boşa çıkarmış; hem de ülkede çatışma, kamplaşma ve vuruşmalara zemin hazırlamışlardır.

Bu ülkede Türkçülüğün temellerini atanların, Türkçülüğü ideoloji haline getirenlerin hiç birisi Türk değildir, Türkleşmiş hiç değildir. Sadece bir projenin gereği olarak o role büründürülmüş kimselerdir. Moiz Kohen iken Munis Tekinalp olan haham çocuğu da, , ziya Gökalp de, Adıvar’lar da Köprülüler de Türk değildir. Müslüman olduklarını da düşünmüyorum. Türkçülüğün daha sonraki “bol Türk soslu” isimler taşıyan liderleri de Türk değildir. Efsanevi liderin memleketinin neresi olduğuna, dedelerinin mezarlarına, geriye doğru asıllarına, akrabalarına ait bir bilgisi, malumatı olan var mıdır? Bu ülkede herkesin köyü, kökeni, dedesi, ninesi ve onların mezarları bellidir. Bu Türkçülerden pek çoğunun çocukları bilinir; ama ne kardeşleri ne dedeleri, ne amca çocukları bilinmez. Çünkü ailenin diğer dallarına hangi misyonlar verildiği, nelerle meşgul oldukları soyağacı çıkarıldığında ortaya çıkacaktır. Onun için bu tür insanların yukarıya doğru soyağaçları, kökleri, akrabaları bilinmez. Mübalağalı Türk vurgularıyla bu şüpheler izale edilmeye çalışılır. Çoğu zaman ispatı mümkün olmayan destansı hikâyelerle bunların kökü kökeni kutsallaştırılır ve bizim kek Türkler bunlara kolayca inanırlar.

Şimdi bu sayın Kek-Türklerimize sorarım: bu ülkede yıllardır Türkçü akımlar vardır. Türklüğe bu akımların, bölme-vuruşturma, kan dökme dışında hangi katkısı olmuştur?

Bu akımların TİT (Türk intikam tugayı, ETKO (esir Türkleri kurtarma örgütü) vb isimlerde tumturaklı, iddialı, mensuplarına kasıntı verecek yan örgütleri vardır. TİT denilen örgüt gayrı Müslim ve gayrı milli derin odakların maşası olmanın, karmaşa senaryolarına malzeme olmanın dışında Türkün hangi intikamını almıştır? İki asırdır Türk’e kurulan tuzakların, mengenelerin hangisini boşa çıkarmıştır? Kırımda, Kerkük’te, Bulgaristan’da, Romanya’da, Balkanlar’da, Suriye’de, Doğu Türkistan’da; dünyanın dört bir coğrafyasında Türkler asimile olurken, ezilirken, itilip kakılırken hangi olumlu faaliyetti vardır bu örgütlerin?

ETKO’nun hangi esir Türk toplumuna bir zerre yararı dokunmuştur? Devletle, derin devletle de iç içe olan bu karanlık örgütler Kerkük’te, Musul’da Türkler Saddam tarafından ezilirken, son dönemde bütünüyle İran, Şia etkisine girmişken hangi faaliyette bulunmuştur? Batı Trakya’da Türk varlığı sürekli eriyip asimile olurken, Türk soslu örgütler örtülü ödenekten para götürmekten, naylon organizasyonlarla milli kaynakları iç etmekten başka bir şey yapmamıştır. Gürültülü “Türk” vurgusu yapan organizasyonlar vasıtasıyla hangi dış Türk topluluğunda entelektüeller, toplum önderleri yetiştirilmiştir? Kaç öğrenciye burs verilmiş ve himaye edilmiş, yönlendirilmiştir? Ama bu örgütler sonuca varmayacak, fakat oradaki Türkleri kendi hükümetleri nezdinde zora sokacak, o insanların üzerindeki mengeneyi sıkacak, asimilasyonu artıracak şeylere imza atmışlardır. Büyük büyük sloganlarla, iddialı örgütlerle adeta bazı işlerin yapılma-ması, ama düşmanların uyarılması hedeflenmektedir.

Beyler! bu işler sloganla, hamasetle, içi boş örgütlerle yapılmaz. Bu tür örgütlerin KEK Türklerin kek-lenme süresini uzatmak ve kontrol etmeye devam etmek için üretilmiş naylon organizasyonlar olduğunu hala anlayamadınız mı?

Bakın Avrupa ülkeleri, bırakın kendi dindaşlarını, içimizdeki Alevileri, Kürtleri nasıl örgütlüyor ve kullanıyorlar, farklılıklarımızı kullanılacak malzeme haline getiriyorlar. Sizin yaptığınız maksatlı ve gürültülü faaliyetler sadece bu ülkelerdeki Türkleri ve Türkiye ile o ülkelerin hükümetlerini karşı karşıya getirmiştir. Şu günlerde yargılanan Veli Küçük ve Ergenekon ekibi Türkiye’deki ihtilal denemeleri yetmiyormuş gibi, Azerbaycan’da, Özbekistan’da da ihtilal denemelerine girişmiş ve bu kardeş ülkelerin Türkiye ile olan ilişkilerini sıkıntıya sokmuştur. Türkistan’ın en önemli ülkesi Özbekistan’la bu hesapsız, dengesiz (belki de hesaplı?) tutumlar yüzünden diplomatik krizlerin yaşanmasına, kopmalara neden olmuştur.

Bu ülkede pek çok kritik noktaya, kuruma hakim olan kripto ecnebiler, hem diğer unsurları tahrik etmek, hem de Türk unsurunu kontrol etmek ve enerjisini heba etmek için Türkçülüğe ciddi yatırımlar yapmıştır. Dün Sebatayların, Siyonistlerin yapılandırdığı, Türkçü soslara sahip akım ve görüşlerin içinde bu gün maalesef (kripto) Ermeniler çok etkin ve etkilidirler. Türkçü”, “ulusalcı” görünen pek çok şahsiyetin üstü hafifçe kazındığında altından Ermeni kimlikler çıkmaktadır. Ergenekon örgütünün son dönemde medyaya düşen pek çok aktörü enteresan bir şekilde Ermeni kökenlere sahiptirler.

Sayın KEK-TÜRKLER sloganların, içi boş hamasi söylemlerin peşinden sorgulamadan koşma dönemi hala bitmedi mi?

Adının sağına soluna bol “Türk”lü unvanlar kondurmuş münafıkların izinden gözü kapalı yürümeyi ne zaman bırakacağız?

 Kek Türkler eline Türkçülük ve milliyetçilik bayrağını almış Türk milletini, milliyetçileri çıkmaz sokaklara sokan, sürekli duvarlara toslatan kripto ecnebilere hala itibar etmektedirler. Türk varlığına ve huzuruna kasteden Ergenekon’u Türklük adına müdafaa edebilmektedirler.

Ergenokon çerçevesinde yürütülen mücadele, gücünü Türk insanından alan milli kuvvetlerle İsrail-ABD güdümündeki kripto ecnebilere karşı yürütülmektedir. Ama her türlü hokkabazlığı, madrabazlığı meslek edinmiş bu cenahlar pek çok Kek-Türk’e kendilerini “milli”, kendileriyle mücadele edenleri ise “ABD uşağı”, “gayrı milli” diye boyayıp pazarlayabilmektedirler.

Kek Türklere ve aldatılan, milli duygularına hitap edilerek dolmuşa bindirilen kara Türklere tavsiyem: bari Ergenekon’dan içeriye tıkılanların hayatlarına, akraba bağlantılarına, geçmişlerine, yaptıklarına bakın! Ortalama Anadolu insanı Müslüman kara Türklerle ortak paydaları var mı ona bakın!

Bazı Tarikatlar 100 yıldır kendilerine kötek atan, her ihtilal, muhtıra sonrası sorgusuz sualsiz dindarları kodese tıkan, irtica sopasını milletin sırtından kaldırmayan bu zihniyet değilmiş gibi, Ergenekon operasyonlarını “devletin bütünlüğüne zarar veriliyor, devlet yıpratılıyor” diye değerlendirebilmektedirler.

KEK TÜRKLER Türk’ün beş bin yıllık en eski kurumu Türk ordusunu, 1908 den sonra eline geçiren çapulcu ecnebilerden ibaret sanıp, kripto yapıların temizlenmesini “asker karşıtlığı” olarak görebilmektedirler. TSK’nın gerçek manada bir Türk ordusu olması için çetelerden, kanun dışı yapılardan temizlenmesinden rahatsızlık duyanlara şahit olmaktayız.

Milletin kendine dönüş çabasının bir sonucu olan “bağırsak temizleme mücadelesini” bir guruba, bir cemaate mal ederek meseleyi hem sulandıran, hem de küçük gösterenlere şaşırıyorum.

Ergenekon’un ve kurumlara, topluma yerleşmiş çetelerin, kanserli hücrelerin tasfiyesi 2 asır önce planlan 100 yıldır icra edilen örtülü bir işgalden kurtuluş mücadelesidir. Ergenekon’un tasfiyesi (Ergenekon avukatlarına rağmen başarılabilirse) bünyenin kanserlerden temizlenmesi, sinirlerimizin iltihaplardan arındırılması çabasıdır.

KEK TÜRK dedimse, Kürtler kendilerini bu tasnifin dışında zannetmesinler. Onlar da Kürt haklarını savunduğunu iddia eden, ama ucu Ergenekon’la aynı yere çıkan PKK ve onun siyasi uzantıları tarafından kek-lenmektedirler. Bu ekiplerin projelerine malzeme olarak 1000 yıllık kardeşlerine ve ülkelerine karşı mücadele eden Kürtleri de Kek Türkler arasında sayabiliriz.

İki asırdır kek-leniyoruz, kılıktan kılığa giren bu kripto ecnebilerin tezgahına geliyoruz. Bazıları için daha uyanma vakti gelmedi mi?

Yusuf GEZGİN/10 Şubat 2009
 * * *
Beyaz Türklere Çağrı!

Yusuf Gezgin 13 Nisan 2009
Kara Türklerin uyanışı ve çevrilen dolapların farkına varması, epeyce bir süredir kripto ecnebileri, tabiri diğerle beyaz Türkleri rahatsız etmekteydi. Bu uyanışı durdurabilmek çevirdikleri dolapları örtbas edebilmek için, 28 Şubat sürecinden bu tarafa epeyce illüzyon, dümen-dubara denediler, ama tutmadı. Bilakis, vatandaş çevrilen numaraların künhüne, “derin”ine daha fazla vakıf olmaya başladı. Kara Türklerin gözündeki asırlık perdeler sıyrılıyor, insanımız aleyhine kurulan tuzaklara, karmaşık senaryolara uyanıyordu. Her geçen gün millet aleyhine çevrilen sofistike filmin senaristlerini, oyuncularını ve figüranlarını sobeliyordu.
Ergenekon Davası ve sonrasında ortalığa saçılanlar, karanlık ilişkiler, kompleks bağlantılar, kontra yardımlaşmalar ülkenin üzerine çöreklenmiş “derin”,  “karanlık” yapının çözülmesini ve açığa çıkmasını hızlandırdı. İnsanımız asit kuyularından, ölüm çukurlarından, çıkan silahlardan, kemiklerden vs dolayı hayret içinde. Ortalama vatandaş perdenin arkasındaki kripto ecnebileri tam fark edemiyorsa da, Ergenekon denen yapının ne kadar kirli ve karanlık olduğunu fark etti. Biraz mürekkep yalamış, ülkedeki temel dengeleri bilen vatandaşlarımız ise, Ergenekon ve ona hükmeden Beyaz Türklerin, Kripto Ecnebilerin karanlık ellerini görebiliyorlar. Kamuouyu ithal, örgütlü örümceklerin en stratejik kurumlara kadar ülkeyi nasıl sardıklarının bilincine varıyor.
Kripto ecnebilerin her çeşidi (kripto Yahudiler, kripto Ermeniler ve diğer ecnebi kökenli kriptolar) kara Türkler tarafından sobelenmenin şokunu yaşıyorlar. Yüz yılı aşkın süredir milli söylemleri de kullanarak, ama millete karşı yürüttükleri projenin deşifre edilmesinin endişesini taşıyorlar. Kara Türklerin derin yapıların altından çıkan bu kripto ecnebileri merak ediyor, araştırıyor olması beyaz efendileri tedirgin ediyor, uykularını kaçırıyor. Son zamanlarda boğazdaki yalılarında, lüks rezidanslarında bile rahat değiller. Uykuları kaçıyor, üzerlerine karabasanlar çöküyor. Kurdukları her düzenin ve planın deşifre olması, kamuoyuna yansıması bunların korkularını iyice körüklüyor.
Yaşadıkları can korkusu değil! Bu milletin ne kadar merhametli olduğunun, zarar görse de Allahın verdiği bir cana kıymayacak kadar asil olduğunun farkındadırlar bunlar. Son dönemde (açık) Ermeni ve ecnebilere, papazlara, misyonerlere karşı yapılan saldırılardan dolayı böyle bir endişeye kapılmazlar. Zira bu eylemlerin, saldırıların, cinayetlerin ardında kendi derin kollarının olduğunu bilirler. Bu ülkede yüz yıldır Türk’ün sadece adının olduğunu; milleti karalayacak, töhmet altına sokacak eylemlerin ardında kimin-kimlerin olduğunu en iyi bunlar bilirler. O yüzden bunların korkusu can korkusu, zulme uğrama korkusu değil!
Peki, nedir bu beyaz efendilerin korkusu, kaygısı, endişesi?
Bunların en büyük korkusu aristokratik ayrıcalıklarını yitirmek, boğazdaki yalılarından olmak, saltanatlarını kaybetmektir. Milletin sırtından, devletin imkânlarını kullanarak kolayca para kazanma ve hortumlama yollarının tıkanmasıdır. 1980’lerden sonra başlayan, Ergenekon davasıyla zirve yapan kara Türklerin uyanışının, yüz yıllık işgallerini sonlandırmasından ve üzerinde oturdukları imkânlardan mahrum etmesinden korkmaktadırlar.
Şu sıralar acaba “bütün mal ve mülkümüze el koyarlar mı?” “Bizi bu lüks sorumsuz hayatımızdan ayırırlar mı?” diye endişeler taşımaktadırlar. Bu endişelerden dolayı epeyce bir kısmı sermayelerini, yatırımlarını yurt dışına taşımışlar ve servetlerini garanti altına almaya çalışmışlardır. Bütünüyle batıya gidip yerleşenler her geçen gün artmaktadır. Bazıları açıkça artık “bu ülkenin yaşanmaz olduğunu”, “kendilerinin kaybettiğini”, “buralardan çekip gideceklerini” medyaya bile itiraf etmişlerdir. Bazıları ise sobelenmenin, etkilerini kaybetmenin hırçınlığı ile millete, Türk insanına her türlü hakareti yapmaktadır.
Milletin kanını emerek, emeğini sömürerek beslenmeye alışmış bu yarasalar; ülkenin kaynaklarını hortumladıktan sonra kimseye hesap vermeye yanaşmayan, zaman aşımlarıyla vs paçayı kurtaran bu kripto ecnebiler, ayrıcalıklı beyaz efendiler, aynı düzenlerini devam ettirmeyi umuyorlarsa boş hayalle avunuyorlar. Millet yüz yıldır türlü plan ve numaralarla kendini sömüren, sömürdükçe semiren, semirdikçe azgınlaşan ve memleketin üzerine daha bir abanan maskeli soyguncuları, sosyete hırsızları, beyefendi görünümlü canileri çözmüştür.
Artık bu kesimlerin bu topraklarda aynı dümenleri döndürme imkânı yoktur! Bunu aklınızdan çıkarın!
Servetlerinize, yalılarınıza ve aristokratik ayrıcalıklarınıza el koymaya, hayat standardınıza müdahale etmeye gelince; eğer siz bu ülkenin ortalama vatandaşları gibi dürüst, mükellefiyetlerini yerine getiren kimseler olarak yaşama kararlılığını gösterirseniz; ülkemiz ve insanımız üzerindeki kirli emellerinizi bir yana bırakırsanız; bu ülkenin ak yürekli kara Türkleri sizi dahi bağrına basar. Dürüstçe ticaret yapmaya, para kazanmaya, olduğunuz kadar temsil edilmeye, adalet çerçevesinde yönetime katılmaya, ayrıcalıksız, her hangi bir vatandaş gibi hak ve ödevlerinizi yerine getirmeye razı olursanız, kimse sizin eskiden kazanılmış kirli paralarınızı, servetlerinizi de sorgulamaz! İhanetle memleketin sinirlerini ele geçirmeden önce dedeleriniz nasıl adalet ve hakkaniyet içinde, can ve mal güvenliği içinde bu ülkede yaşamışsa siz de yaşayabilirsiniz.
Bence yersiz endişelere salıp kendi kendinize azap etmeyin! İçinizdeki nifaktan, mürailikten, maskeli yüzlerinizden kurtulun! Ya gerçekten samimi Müslümanlar olun, sizi bağrımıza basalım! Veya Müslüman kimliği, Müslüman Türk isimleri taşımaktan ve bu kimlikleri isimleri kirletmekten vazgeçin, aslınıza dönün, kendi inançlarınıza yönelin ve bu ülkede dedeleriniz gibi rahat yaşayın. Sizin din ve inanç özgülüklerinizin teminatı biz olalım. Asırlarca Müslüman-Hristiyan-Yahudi-Ermeni-Rum vs. olarak bu topraklarda nasıl yaşamışsak, yine öyle yaşayabiliriz. Bizim geçmişimiz ve tarihimiz bu birlikteliğin en huzurlu tablolarıyla doludur.
Ama siz kurumsallaştırdığınız münafıklıkla bu ülkenin ve milletin kaderine hükmetmeye devam edebileceğinizi umuyorsanız yanılıyorsunuz. Milletin ensesinde boza pişirerek, türlü dümen dubarayla, adaletsizliklerle aristokratik ayrıcalıklarınızı koruyabileceğinizi, milleti bundan sonra da uyutabileceğinizi düşünüyorsanız aldanıyorsunuz. Ayrıca sizi Truva atı olarak bu topraklara yerleştiren, en stratejik kurumları size teslim eden, ticari ayrıcalıklarla semizlenmenize destek olan batılı dostlarınız da artık sahneden silinmektedirler. Gelecek onlar için de karanlıktır. Bundan sonra batılı hamilerinizin size destek olacak mecalinin kalacağını sanmıyorum, kendi can dertlerine düşeceklerdir.
Gelin 2 asırdır bu millete yaptıklarınızdan tövbe edin, nedamet duyun!
Ya göründüğünüz gibi olun, veya inandığınız gibi görünün! Bu aldatmacaya, münafıklığa, ihanete devam etme niyetinde iseniz, faturası ağır olabilir.
Bu millet affetmesini bilir, ama hainleri cezalandırmasını da bilir…


Saruhan Gönül Dostlarından
Teknik Açıklama:
Beyaz Türkler;
Türk değildir.
Türk'ten daha çok Türk gibi davranır.
Türk'e hükmeder.
Beyaz Kürtler;
Kürt değildir.
Kürt'ten daha çok Kürt gibi davranır.
Kürt'e hükmeder.
Beyaz Müslümanlar;
Müslüman değildir.
Müslümandan daha çok Müslüman gibi davranır,
Müslümana hükmeder.
Beyaz Atatürkçüler;
Atatürkçü değildir.
Atatürkçülerden daha çok Atatürkçü gibi davranır.
Atatürkçülere hükmeder.

Kripto BEYAZ TÜRKLER;
Türk olmadıkları halde,
Türk ırkçılığı yaparak, sahte milliyetçilikle,
Türk'ten daha çok Türk gibi görünerek,
Türk'e hükmederler...
Sahtekâr milliyetçilikle,
Türklük'ten nefret ettirerek,
Türkler'i mankurtlaştırırlar!...
Türkçü'yüz derler, AB-D korkusundan
Altlarına kaçırarak,
Türk Cumhuriyetlerine gidemezler!
Yahudi Mohis Kohen/Tekin Alp'in
Türk ırkçılığı gibi...
Adı "Türk" olduğu halde,
Siyonist Mason-Haçlı Emperyalizminin,
Ajanlık merkezi gibi çalışan "X......Türk TV'leri" gibi...
Sürmanşet sayfasında
"Türkiye Türklerindir" yazdığı halde,
Yahudi milliyetçi faşistleri Lionslar'la, Masonlar'la,
Rötaryanler'le birlik olarak,
Türkiye'yi Büyük İsrail yapmaya çalıştıkları gibi...

Kripto BEYAZ KÜRTLER/ PAKRADUNİLER;
Gizli Ermeni Musevisi oldukları halde,
Kürt'ten daha çok Kürt görünerek,
Kürt ırkçılığı yapan Pakraduniler,
Kürtler'in kanına girerek,
Siyonizm'in Irak'ta Kürtlüğü kullanarak,
İki milyon Müslüman'ı kolayca katlettiği gibi,
Türkiye’de de beş Milyon insan öldürmeyi planlamışlardır.
İşte "Kürt sorunu" budur!...
UYUYUN!...
AFYONLANMIŞ GİBİ UYUKLAYIN!!
ÖLÜNCEYE KADAR DA UYANMAYIN!!!
Kürt sorunu cazgırlığı yapan,
Türkiye'deki topraklarımızda üs kurmuş,
Satılmış işadamları derneğini
Ve Yahudi Faşist medyasını da görmeyin!
Kürt olmayan Kürtler, Kürtlerimizin kanına giriyor:
Kripto Ahmet Türk'ün Kürt Irkçılığı gibi...
Aslen Ermeni/Artinyan adını değiştirerek,
Kürt Irkçılığı yapan Apo'lar gibi...

BEYAZ MÜSLÜMANLAR;
Müslüman görünen Kripto Sabetaylar,
Siyonist İslamcı tarikatlar kurarak,
İslam'ı İsrail'e ısmarlamışlardır.
Müslüman'dan daha çok Müslümanlık taslayarak,
Müslümanlar'a hükmederler.
Müslüman görünerek,
İslam'ı Kafir'in hizmetine sokmak için
Siyonist İslamcı Medya'sı ile
"Siyonist Haçlı İrtica Tarikatları" kurarak,
Müslümanlar'ı Mankurtlaştırma çalışması yaparlar.
Türk-İslam Sentezi diyerek,
Ne Türk-Ne de İslam olmuş Sabetay Kriptolar
Kimler dir?!!!
İslam'in Yüce Peygamberi'ne defalarca hakaret edilirken
Sessiz kalarak "Suçüstü" yakalanan
Gavur tarikatlarının Peygamber'i kimdir?!!!


BEYAZ TÜRK ATATÜRKÇÜLER;
Atatürk'ün Kudüs Emri'ni saklayarak,
Siyonist Masonlar'a
"Defolun gidin Yahudi uşakları diyerek"
Mason Localarını nasıl kapattığını gizleyerek,
Masonların
"Atatürk'ü zehirlemekle nasıl övündüklerini" görmeyerek,
Hz.Peygamber'in Kabri'nin Vehabiler tarafından
Yıkılmak istenmesi üzerine
Atatürk'ün "Nota Telgrafını" saklayarak...
Haçlı ordularını kovarak,
Vatanı tekrar ezan seslerine kavuşturan
Müslüman bir ATATÜRK yerine
Dinsizmiş gibi,
Atatürk olmayan birini Atatürk diye anlatan
Kripto Çıfıt vampirler kimdir?!!!
Atatürk'ün katili Siyonist Masonlar'ın
Atatürk(süz) Düşünce Derneği kurmaları gibi...
Millet'i, Milli Lideri'nden nefret ettirmek için,
Hiç olmayacak melanetleri işleyen,
Kripto Beyaz Türkler kimdir?
Toktamış Ateş'ten Atatürkçü olmuş...
Vah vah!!!


ÜÇÜ BİR YERDE MABET NEREDEN ÇIKTI?!!!
Fatih Sultan Mehmet'te hiç akıl yokmuş ki,
Fatih Camii'in içine bir Havra, bir de Kilise yapamamış.

Sultan Süleyman'da hiç akıl yokmuş ki,
Süleymaniye Camii'nin içine bir Sinagog,
Bir de Kilise yapamamış.
Edirne'deki Selimiye Camii'nin içine de bir Sinagog,
Bir de Kilise koymayarak
Selimiye Şaheserini öksüz bırakmış,
Vah zavallı Sultan vah!...

Koskoca Yavuz Sultan Selim'de de hiç akıl yokmuş ki,
İmar ettirdiği Camiler'e Sinagog ve Kilise koymayı
Akıl edememiş...

Osmanlı Padişahları'dan,
Selçuklu Sultanları'ndan,
Hatta Gazi Mustafa Kemal'den de akıllı adamlar,
Üçü bir yerde mabetler yapıyorlar...
Analar ne Beyaz Türkler doğurmuş,
Beyaz beyaz, bembeyaz Krrrriptocuklar!
Gizli dinini söyleyemiyor,
Mabetlerimizin içine "Mabad'ını" sokuyor!!!
Üçü biryerde Mabet yapmayı biliyorlar,
Ama gizli dinlerinin adını söylemeye
Cesaretleri yok!...
Üçü bir yerde Mabetlerle sapıttılar,
Millet de bir gün bunlara "Üçü bir yerde" gösterecektir!...


YALAN SÖYLÜYORLAR!
İSPANYA'DAN YAHUDİLER DEĞİL KRİPTOLAR
KOVULDU!...
Yahudiler kovulmuş olsaydı,
Naziler o kadar Yahudi'yi nasıl bulmuşlardı!
Çünkü İspanya'da ve Portekiz'deki Beyaz Kriptolar da
Aynı melanetleri işlemişlerdi...
Yahudiler kaldı,
Kripto Beyazlar kovuldu...
Atalarımız aldı da ne oldu?
Kaldıkları yerden devam ediyorlar,
Hem de Müslüman Vatanı'nda...

SON DURAĞA GELDİLER!!!
* * * 

Kripto Beyaz Türklerin vampirleme yöntemleri.
Biz Manisa'da ne kadar şanslıyız!
Kripto Beyaz Türkler'in en acımasızı Manisa'da yaşamıştır.
Manisa'da ki Beyaz Türkler kimdir?
Manisa'da ki Beyaz Türkler ne melanetler işlemişler,
Sonunda üzerlerine projektör tutulunca
Vampir gibi nasıl açığa çıkmışlardır?!!!
GELECEK YAZILARIMIZDA...

Saruhan Gönül Dostları 16 Nisan 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder