16 Ocak 2011 Pazar

Manisa'nın Yunanlaştırılması ve Yahudileştirilmesi

FİKİRLER
VE
GÖRÜŞLER

AHİR ZAMAN KİLİSESİ
Mustafa Yıldırım


Atina devleti Ege’de pek güzel çalışıyor.

Onassis Vakfı burs dağıtıyor;

Kasabalarda yüksek paraya ev satın alıyor

Ve şimdilik müze yapıyor.

Kaymakamlar, belediye reisleri,

Ticaret odası reisleri

Yardım denince

Projecilikten dört köşe oluyorlar.

Atina devletinin konsolosu da

Belde belde geziyor.

Belediye reisleri birden

Rum evleri olduğunu keşfediyorlar.

Al sana Drahmiden çevrilme Euro…

Eskiden kalma Rum evleri varmış da,

Belediyenin reisi ve akıl verenleri,

Bu evleri onaracakmış da,

Rum turistler gelecekmiş…

Aklı önde gidenler,

“Rum turistin

Manisa’nın Üçpınar beldesinde ne işi var?”

Diye sormuyorlar.

Akhisarlılar,

“Sırası mı şimdi

Yunanlı vakıftan destek almanın?”

Demiyorlar.

T.C. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay,

Akdeniz kıyılarımıza dek gidip

“Ben Likyalıyım!” derse

Onlarınki hafif mi kalır?

Bu konulara

Kısa süre sonra bir kez daha değineceğiz.

(Patara’daki Amerikan-Yahudi patırtısının ayrıntıları için

Şimdilik bkz. Savaşmadan Yenilmek...)

*



Utah’ı anımsadınız.

Hani Türk ordusunu karıştıran

“Andıç raporu” sızıntısıyla ilgili soruşturmanın

Uzandığı ABD kenti…

Köklerini Utah’tan alan

“Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi”

Yaygın mezhep adıyla “Mormonlar”

Türkiye’de pek güzel çalışıyorlar.



İsa Mesih misyonerleri sanılmasın ki,

Yalnızca yardımsever bir kiliseler zinciridir.

Onların Amerika’da

Başpiskoposluğa bağlı okulları,

Şirketleri, kilise için para derleyen

(yıllık 100 milyon doların üstünde) örgütleri,

Hawaii’de şubeleri,

Türkiye’de temsilcilikleri var.

Geçmişe uzanırsak,

Örneğin ABD Senato raporlarına

Mormon-CIA dostlukları da…



Her nedense Manisa,

Onların da gözde yerlerinden.

Kentte temsilcilikleri bile var.

Kalkıp Amerika’dan geliyorlar ve

Temsilcileri Güçbirliği Başkanı

Mübeccel Kafkaslı’nın da katılımıyla,

T.C. MEB İlköğretim Okulu’na

Bilgisayar yardımında bulunuyorlar.



Şu zenginler kenti Manisa’ya bakınız ki,

Elin kilisesine muhtaç olmuş.

Mormon teşkilatı, kente 150 tane

Tekerlekli sandalye armağan edecekmiş…



Manisa’daki

T.C. MEB Müdürü Hasan Özdemir

Bu gelişmeleri olumlu görüyor ve

“Vakıf yardımlarının misyonerlik çalışmaları ile

İlgisi olduğunu düşünmüyorum” diyor.



Eğitim-çocuklar denilince

Bin kere daha özenli olması gereken müdür,

Bir araştırmaya dayanarak mı

Söylüyor bunları?

Öyle olsa “olduğunu düşünmüyorum” yerine

“ilgisi olmadığını biliyorum” demez miydi?



Ancak T.C. MEB Müdürü’nün

“İlimsel” dayanağı

Kuşkuları boşa çıkarır nitelikte:

“Söz konusu Vakfın Türkiye Müdürü Manisalı.

Durum böyle olunca

Vakfın Türkiye’de yaptığı çeşitli yardımlarda

Manisa’nın ilk sırada yer almasından

Doğal bir durum yok!”



Birden 1920’ye gitmek gerekti:

İngilizler, İstanbul’da bir vakıf aracılığıyla

Kurbanlık koyun dağıtmaya başlamışlardı.

O işlere aracılık edenler de İstanbulluydu…



Ayrıca,

Seçimler öncesinde kesenin ağzını açan

Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı,

Okulları ya da engelli yurttaşları neden

Amerika’nın kilisesine muhtaç ediyormuş?

Manisalıların cebinde akrep mi varmış?


*

Geçenlerde

Manisa-Salihli’den gelen dergide okudum:

İlçe Kaymakamı,

“Salihli’nin adı ‘Sardes’ olsun” demiş.

Kaymakam derhal

‘Dahiliye Vekili’ yapılmalı ve

Gerisini getirmeli:

İzmir yerine Smyrna,

İstanbul yerine Constantinople,

Kalkan yerine Patara,

Batı Akdeniz Bölgesi yerine ‘Likya’ ve

 Kaz Dağı yerine İda,

Ege Bölgesi yerine İonia,

Çukurova yerine Klikya vb



Kaymakam iyi niyetli olmalı;

Kasabanın gelirini düşünmüştür…

İyi niyetle nereye gidildiğini görmek için

Biraz tarih bilinci gerekiyor;

Ama Atinalıların ve yabancı kilisecilerin

Manisa sevgisinin kaynaklarını düşünmek

Öncelikle Manisalılara düşerken

İyi niyetlilere

Bir-iki soru yöneltmek de gerekiyor:

   Önüne gelenden yardım almayı

Hüner sayanların çocuklarına

Yoldan geçenler

Durup dururken harçlık verseler mi?

   Rumlar, bu kasabalara neden geliyor ve
    
   Atinalıların üç kuruşuna tamah edenler
    
   Örneğin 5 Eylül’ü, 9 Eylül’ü kutluyorlar mı?

*

Bu olaylardan yakınanlara da

Anımsatma gereğini duyuyorum:

Yıl 1919, Aylardan Aralık…

Ankara soğuk, yurdun üstünde işgal karabulutu…

Kumandan yabancıları

Küstah, aşağılayıcı, acımasız davranışının

Gerekçelerini açıklıyor:

“İşte bu gibi hükümetlerin hareket tarzıdır ki

Milletimizi, geçmişini unutmuş;

Uygarlıkların sunduğu haklardan habersiz,

Kansız, miskin bir millet olarak

Tanınmasına yol açmıştır.”



Hükümet ve yabancılar haksızdır;

Ama Kumandan asıl suçlunun

Ulus olduğunu da söylemekten çekinmiyor:

“Milletimizin kendisi hakkında

Böyle bir kanı uyanmasında

Pek büyük suçu vardır.



Milletimizin suçu efendiler;

Merkezi hükümetin uygulamalarından dolayı

Avrupa’nın namuslu olduğuna

Aşırı güven duymasıdır.
İşte bu suçtan dolayıdır ki (milletimiz)

Kendi değerini, yeteneğini, erdemini

Unutmak durumuna düşmüştür.

” (Bazı bölümleri ‘Osmanlı jargonundan

Türkçeye çevirdim.)

Kumandan o zaman haklıysa;

Şimdi “Ne yapalım?” diye sormak yerine

Ulusun, saldırılara karşı duracağını

Eylemli olarak göstermesi,

Saldırganı da, işbirlikçisini de,

Aymazını da durdurmaz mı?

Mustafa YILDIRIM



YORUM :

Ulus Dağı’nın Yiğidi Mustafa YILDIRIM ’a;

 Manisa ile ilgili bilgi ve kanaatlerinizin
Sizi üzdüğüne şahit oluyoruz;
Haklısınız…


Aslında
Bildiğiniz bu gerçekler dışında
Manisa’da,
Geçmişte ve günümüzde
Yaşananları/yapılanları bir bilseniz
Daha neler yazardınız kim bilir…
Judeaistlerin bu Türkmen şehrindeki 
Melanetlerini görseniz
Kahrolursunuz mutlaka…

Ne yazık ki
Size,
Bu kanaatlerinizi değiştirmeye yetecek
Örnekler sunamadık
Bu güne kadar.


Zira Türkiye
Nasıl bir
Örtülü işgal sürecinden geçtiyse
Bunun en kesif uygulaması
Manisa’da yaşandı maalesef...
   
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen
Unutmayın ki;
Burası Saruhan Bey’in şehri,
Revak Sultan bu şehrin manevi Fatihi…
Bu şehirden umut fışkırır umut...
       
Bu şehir
Prangalarını koparıp
Tarihteki misyonunu yine üstlenir.
       
Siz bu yazıyı yazmadan aylar önce
Dağıttığımız bir “bildiri” ile
Manisa’dan
“UMUT” aşılamak istiyoruz sizlere…
 (Bedeli mahkemeye verilerek ödenmiş bir bildiri hem de.)
      

İlgi ve çalışmalarınızın
Devam etmesi arzusuyla,
Dua, hürmet ve saygılarımızla…
                                                                            
 Saruhan Gönül Dostları




   
Balkan, Çanakkale, İstiklâl ve Cumhuriyet Şehitlerini
Unutma
Savaşın amacı insanları öldürmek değildir. Savaşlar bir milletin direnme iradesini kırmak için yapılır.


       
        Bu yüzden; saldırının ana hedefi milletin moral değerleri üzerindedir.

        Belediye Başkanı’nın “ikinci bayrak” isteği Manisalıların moral değerlerini, verdiği şehitlerden daha fazla yaralamaktadır.
        
        Meclis Başkanı’ nın Şanlı Bayrağımıza “BEZ PARÇASI”demesi,
“EGEMENLİĞİMİZİ PAYLAŞMA” talebi, Manisalıların iradesini mayınlardan daha fazla parçalamaktadır.
        
        Amerikan darbesi ile Cumhurbaşkanı olmuş bir Manisalı’nın “FEDERASYON İSTEĞİ” Manisa’nın üzerine atom bombası gibi düşmüştür.
        
        Kentin ileri gelenlerinin Kırk Haramîlere karışıp Cumhuriyetle özdeşleşmiş kurumları, İngilizlere pazarlaması “ELLER HAVAYA” türküleriyle şehrin sülükçülere, mehdicilere, tarzancılara teslim edilmesi, Manisa’yı işgal günlerindeki utanç psikolojisine itmektedir.
        
        Bütün bunlar her gün hain bir tuzağa kurban verdiğimiz Aziz Şehitlerimiz kadar yüreğimizi yakarken hâlâ bu savaşın adını koymayacak mıyız?
        
         Düşmanın
       adını koymaktan çekinen komutan,
       savaşı baştan kaybetmiş sayılır.
        
        Hedefleri büyük İsrail projesidir.
       
        Amaçları Türkiye’yi parçalayıp yutmak, millî iradeyi dağıtıp teslim almaktadır.


Teslim olmayacağız…
İhaneti unutmayacağız…
Millî kahramanlarımızı unutmayacağız…
İhanete göğsünü siper et…
Vatanı böldürme, bayrağını yücelt ve ayağa kalk.
Ayağa kalk Manisa…
Gerektiğinde şehit olmanın taahhüdünü vererek bu hayasız akını durdur.

MANİSA GÖNÜLLÜLERİ
21 Nisan 2007



“SALİHLİ’NİN ADI SARDES OLSUN” DİYENLERE BİR HATIRLATMA:

  TARİH 17 Eylül 1922  Resmi tebliği göre;
        Yunanlılar Salihli ve köylerini tamamen yakmışlardır. Gerçekten Salihli daha işgal edilmeden önce, Yunan işgal kuvvetleri henüz Turgutlu’da iken, Salihli Kaymakamı Hasan Fikret, Müftü ve Belediye Reisi:”Egemenliğimizi sizinle paylaşmak istiyoruz” diyerek, Yunan işgal kuvvetlerini Salihli’yi işgal etmeye davet etmişler, Yunan komutanlarına ziyafet çekmek için halktan zorla para toplamışlardır, ama nafile…
       …Salihli işgal edildikten sonra yapılan zulüm ve işkenceler Menemen ve Turgutlu’da olduğu gibi işgal süresince devam etmiştir.
       Yunan Ordusu ricat halindeyken, kılıç artığı Yunan askerleri ve Yerli Rumlar tarafından 6 Eylül günü Salihli’de her yer tamamen yağmalandıktan sonra katliamlar yapılmıştır. Burada tespit edilebildiği kadarıyla 100 kişi ateşe atılarak öldürülmüştür.
       Halide Edip Adıvar Başkanlığındaki Mezalim Tahkik Heyeti’nin Raporu:
       3000 evden 2000’i yakılmış, yakılmayan evler Rum mahallesindedir.
        402 dükkân, 2 cami; 22 han, 2 otel, 12 fırın, 5 fabrika, 1 kahvehane, 1 sinema yakılmıştır.
       Hasat mevsimi olduğu için yeni toplanmış olan üzüm, tütün, buğday tamamen yakılmıştır.
       14 köy tamamen, 6 köy kısmen yakılmıştır. Köylerde 1200 kişi öldürülmüş, yağma ve ırza tecavüz olayları vuku bulmuştur.
       Salihli ve köylerinde hiçbir canlı hayvan bırakılmamıştır.
        Hükümet konağı, 3 okul, 1 havra yakılmıştır.
       15000 nüfuslu Salihli’de 8000 kişi kalmıştır.
       Kent içinde sadece 15 aile toplam 100 kişi yangından kurtulmuş, tesadüfen yakılmamış, bir camiye sığınmış olarak bulunmuşlardır.
        İşgal güçlerinin 2 yıl içinde tutuklayarak Yunanistan’a sürdükleri çok sayıda seçkin insan dönmemiştir.
        Yunanlılar ricat ederken beraberlerin de götürdükleri 100 kadar kadın ve genç kızdan bir daha haber alınamamıştır.

Kaynak : Anadolu’da Yunan Zulüm ve Vahşeti. 1938 Ankara




Yorum:


Sayın bayım;


İşgal artığı zihniyet yine sahnede…


Biz bu filmi daha önce izlemiştik.
Ve hâlâ hatırladıkça iğreniyoruz…


Bu söyledikleriniz bize hiç yabancı gelmiyor.


Biz sizin gibi Salihli Kaymakamlarını,
Hasan Fikretleri çok gördük sayın bayım.


3,5 yıl Yunan Haçlı İşgal Ordusu
Salihli'nin adını değiştiremedi;

Bunlar daha baskın çıktı.
Ne diyelim
Bravo.
Efaristo para poli !!!
Kopsi kefali kopila!!!



Yunan Haçlı ordusu
Salihli’ye gelip dayanmamış,
Bu ne iştah,
Bu ne telaş,
Bu ne acele…


Hatırlatıyoruz,
Akıbetiniz aynı olacak…
Kendinize gelin…
Yunan Haçlı Ordusunun işgal kuvvetleri
Salihli'nin adını değiştiremedi,
Siz ondan baskın çıktınız!...



Kütahya’yı, Manisa’yı
Kurtuluş yıllarıyla inceleyin
Ve ibret alın…
Yoksa çok geç kalmış olacaksınız…


Saruhan Gönül Dostları
  



AB'den PARA ALAN BELEDİYELER


Manisa Salihli Belediyesi
Başkan: Mustafa Uğur Okay –
Projenin Adı: Jeotermal Isıtmalı Seracılık Meslek Eğitimi.
Proje Koordinatörü: Yrd. Doç.Dr. Osman Tatar –
Tarih: 28.02.2005 - AB’den
Aldığı Para: 169.545,10 Avro –
Projenin Uygulama Süreci: Salihli ilçesinde Kurşunlu Kaplıcaları, pilot bölge olarak seçilmiştir.
Burada uygulanacak seracılıkta çalışacak kişilere meslek eğitimi verileceği duyurulmuş, toplam 341 kişi başvuruda bulunmuştur. Bunlardan, 7’si engelli, 4’ü eski hükümlü olmak üzere 160 kişi seçilmiştir. Seçilenlere 40 iş günü süreli kurslar verilmiş ve her kursiyere günde 5 Avro harçlık ödenmiştir.
Kursiyerler, şu uzmanlar tarafından eğitilmiştir: Ziraat Yüksek Mühendisi Dr. Bekir Fikri Aksoy, Ziraat Yüksek Mühendisi Doç.Dr. Eşref Girgit, Ziraat Yüksek Mühendisi Dr. Mihriban Coşkun, Peyzaj Mimarı Elif Torosdağ, Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Levent Çetiner, Peyzaj Mimarı Müveyla Sayman ve Sera Uygulama Uzmanı İlyas Çallı.
Eğitim sonunda, 18 Aralık 2005 tarihinde, Salihli Belediyesi Kurşunlu Kaplıcaları’ndaki seranın açılışı yapılmıştır. Açılış törenine Manisa Vali Yardımcısı Necmi Kurt, Salihli Kaymakamı İsmail Hakkı Develi, Salihli Belediye Başkanı Mustafa Uğur Okay, İzmir İl Çevre ve Orman Müdürü Osman Tatar, Sart Belediye Başkanı Ali Güngör, Adala Belediye Başkanı Süleyman Oğuz, Durasıllı Belediye Başkanı Mehmet Uygun, bürokratlar, idareciler ve AB yetkilileri katılmıştır.
Törende konuşan Osman Tatar şunları söylemiştir: “Biz öyle bir model oluşturduk ki, bu eser ortaya çıktı. Bu projede çevre ve Orman Bakanlığı’nın da katkıları oldu. Neden bu projeyi seçtiğimizi sorarsanız her şeyden önce jeotermalin vanası, musluğu ülkemizdedir. Projeyle jeotermalin önemini ortaya çıkardık. Jeotermalin yerli bir kaynak olduğunu, bu milli servete sahip çıkılmasını bu projeyle resmileştirdik. Bizim kabul gören yüzde 90’nı AB kaynaklarından karşılanacak olan 190 bin Euro’luk Jeotermal Isıtmalı Seracılık Meslek Eğitim Projesi Türkiye’de ilk olup, bu projeyle de 168 işsiz iş sahibi olacak, Salihli’de istihdam artacak ve ekonomiye katkı sağlayacak. Bu kursiyerler yetiştikten sonra sera ustaları olacak ve Salihli sera ustaları üreten merkez haline gelecek. Salihli’de 240 bin dekarlık sulanabilir alan var. Bunların sadece yüzde 1’ini sera yapmak istersek 2 bin 400 adet sera eder. Oysa Salihli’de 24 adet sera işletmesi var. Niye bu yerli imkânı değerlendirmeyelim. Bu proje bir zihniyetin son bulma sürecidir.”
Sera yapımında herkesin mükemmel çalıştığını belirten Salihli Kaymakamı İsmail Hakkı Develi ise, törende yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Burada zihniyetin yanı sıra bakış açısının dönüşümü olmuştur. Her şey değişiyor, hayat değişiyor. Değişen dünyayı yakalamamız gerekiyor. Biz bu anlayış içerisinde gidersek Avrupa’yı 5 yılda yakalar, 6. yılda geçeriz.”
Törende Manisa Vali Yardımcısı Necmi Kurt da konuştu, şunları söyledi: “Yerin altından çıkan jeotermalle Türkiye’de çok şeyler yapılabilir. Jeotermal her idarecinin içinde bir uhdedir. Bu projenin uygulanmasıyla çiftçilerimiz ürünlerini 15 gün önce de olsa erken alma şansı olacak. Bu da turfandacılık için çok önemlidir. Manisa olarak canı gönülden destekliyoruz. Belediye başkanlarımızı tebrik ediyorum. Her belediyenin örnek alması gerekir.”


YORUM:
Şimdi, şu duruma bir bakınız.
Kaplıcalar bizim.
Jeotermal enerji kaynakları, bizim topraklarımızda.
Sera yapmaya uygun sulanabilir alanlar, bizim.
Jeotermal enerji kaynaklarımızı kullanabilecek yetenekte, Jeoloji Yüksek Mühendislerimiz var.
Ziraat Yüksek Mühendislerimiz, üreticilerimize seracılığı öğretebilecek düzeyde.
Peki, hangi eksiğimiz nedeniyle Manisa Salihli Belediyesi, Avrupa Birliği’ne el açmış?
170 bin Avro için mi?
Elinde çok değerli doğal kaynakları ve yetişmiş yetenekli insanları olduğu halde, bir avuç Avro için AB’ye el açanlara siz ne adını verirsiz?
Bizim mühendislerimiz, bizim topraklarımızda, bizim jeotermal enerji kaynaklarımızı kullanıma açıyorlar, 160 vatandaşımızı seracılık konusunda eğitiyorlar, ama tüm başarıları AB sahipleniyor! Çünkü Salihli Belediyesi’ne bir avuç Avro hibe etmişler!
Meslek onurunun, ulusal onurun bu kadar ucuza satıldığına Türk tarihinde ilk kez tanık olunuyor!
Kurşunlu Kaplıcaları’ndaki açılış töreninde konuşan Doç.Dr. Osman Tatar, bu projeyle bir zihniyetin son bulduğunu ilân ediyordu.
Doğru söylüyordu, meslek onuruna ve ulusal onura en yüce değeri veren zihniyetin sonuydu bu! 
Yeni zihniyet, bir avuç Avro için AB himayesine girmeyi kabullenme zihniyetidir! Açıkçası bu, Mandacı zihniyetidir!
Peki, açılış töreninde, Salihi Kaymakamı İsmail Hakkı Develi’nin, ‘Biz bu anlayış içerisinde gidersek Avrupa’yı 5 yılda yakalar, 6 yılda geçeriz’ demesini nasıl karşılıyorsunuz?
Uşakların, efendilerini geçtiğine tarihte hiç rastlanmış mıdır?


MANİSA KULA BELEDİYESİ
Yılmaz DİKBAŞ

Belediye Başkanı: Halil Gülcü, Elektrik Mühendisi
1.Projenin adı: Tarihi Kula Evlerinin restorasyonunda çalışacak nitelikli iş gücünün yetiştirilmesi.
—Proje ekibi: Halil Gülcü (Kula Belediye Başkanı,
Proje Yürütücüsü), Aytaç Savaş Ova (Proje Koordinatörü), Atıl Delibalta(Koordinat Yardımcısı), Ayfer Çolak(Muhasebeci), Hasan Yiğen (Sekreter).
—Uygulama: Bu proje kapsamında toplam 45 kişiye eğitim vermiş ve eğitim sonunda bu kişiler onarım ve bakım işlerinde görevlendirilmeye başlanmıştır. Eğitim sırasında, kursa katılanlara günde 6,25 Avro cep harçlığı verilmiştir. Eğitim sürecinde AB temsilcisi olarak bir Belçikalı denetçi gözlem ve denetimde bulunmak üzere gelmiştir.
—Tarih: Proje, Mart 2005’de başlanmıştır ve Mart 2006’da tamamlanmıştır.
—AB’den aldığı para:104.318,75 Avro
2. Projenin Adı: Tekstil Sektörünün İhtiyaç duyduğu nitelikli ara eleman yerleştirme ve sürekli eğitim.
—Uygulama: Bu eğitime katılanlara, günde 5 Avro cep harçlığı verilmiştir.
—Tarih: Haziran 2005’de başlanmış ve Mart 2006’da tamamlanmıştır.
—AB’den aldığı para:119.092,68 Avro


YORUM
Avrupa Birliği’nin, Manisa’daki Kula evlerinin onarım ve bakım için yaklaşık 105 bin Avro hibe etmesinin nedeni olarak, bu evlerin ahşap ve oymalı mimarisiyle dikkati çekmiş olduğunu söylemektense de, asıl gerekçe bu evlerde 18, 19. yüzyıllarda Rumların yaşamış olmasıdır.
Onurlu bir geçmişe, şanlı bir tarihe sahip olan Kulalılar tapusu kendilerine ait evlerin onarım ve bakım için, Avrupa birliğine el açan insanlar durumuna düşürülmüşlerdir!
İşte, Kulalıların yakın geçmişlerinden onurlu tablolar:
·        Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgale başladıkları, Kulalılar hemen ‘Reddi İlhak’ ve ‘İstihlas-ı Vatan’ Cemiyetleri kurmuşlar, kendi aralarında topladıkları parayla ilgili yerlere ve yabancı konsolosluklara protesto telgrafı çekmişlerdi.
·        Kurtuluş Savaşı sırasında Kula’nın zengin aileleri, tenekeler dolusu sarı liraları Kuvay-ı Milliye güçlerine vermişlerdir.
·        Kurtuluş Savaşı zaferle sona erdikten sonra Ankara’dan İzmir’e geçerken Alaşehir tren istasyonunda Kulalı Hamdullah Efendi (Hamdullah Çil)’ye Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiştir.
“Ben Kulalıları çok severim. Kula gençlerinin geçmiş tarihimizde ve Milli Mücadelemizdeki kahramanlıklarını ve fedakârlıklarını biliyorum.”
Tenekeler dolusu altınlarını vatanın kurtuluşu için seve seve vermiş olan Kulalıların çocuklarını, torunlarını yüz bin Avro için AB’ye el açtıranlar, acaba hiç utanmıyorlar mı?
Kula Belediyesi'nin internetteki sitesinde şunlar yazılıdır:
“Kula'nın insanları hem terbiyeli, hem insaniyetli, hem verici ve bonkördür. Aç ölürler, biz açız demezler. Hissiyatlarını söylemezler.Kadınları kuru ekmek  yer bal baklava yedik der,sırrını dışarıya vermezler.”
Böylesine onurlu bir halkı, bir avuç Avro için Avrupa Birliğine el açtıranlar, bu halkın onurlu geçmişine, şanlı tarihine hiç utanmadan, hiç sıkılmadan ihanet edenlerdir!

Kaynak : Araştırmacı Yazar Yılmaz DİKBAŞ


Manisa'dan manzaralar sunduk size.Zaman içinde başka örnekler de sunacağız...
Bunlar size masal gibi geliyorsa en son yaşanan ve hâlâ Manisa’da tartışılan “isimlendirme faciasına” bir bakalım…

Yunanlılaştırma ve Yahudileştirme çalışmalarından bir örnek size:



REVAK SULTAN…
GÜLGÜN HATUN…
NİOBE…?


TARİHÇE:  
Yaşadığımız yörelerin insanlık tarihinde iz bırakmış binlerce yıllık geçmişi vardır.
HİTİT ler Anadolu merkezli bu coğrafyanın ilk büyük Türk DEVLET’lerindendir. Ön Hititler (Hatti/ Eti) M.Ö. 1950 ile 1450 yılları; Orta Hititler (Kargamış Hititleri)  Büyük Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1450 ile 1200 yıllar; Son Hititler M.Ö. 1200 ile 600 yılları arasında üç ayrı dönemde toplam  1350 yıl hüküm sürmüşlerdir. Ayrıca Aka, Firig, Lidya, Pers, Bergama, Roma ve Doğu Roma bu topraklar üzerinde   hüküm sürmüş devletlerdir.
İç Asyadan Karadeniz’in kuzeyini  takip ederek 4.ve 5. yüzyıldan itibaren batıya göçen Türklerden Hun, Avar, Bulgar, Hazar, Kuman ve Peçenekler kurdukları devletleriyle  Balkanları, orta ve Doğu Avrupayı Türk Yurdu yapmışlardır.Daha sonraki yıllarda devletleri yıkılan Türklerin Roma (Bizans) tarafından Batı Anadolu başta olmak üzere Orta ve Doğu Anadolu civarlarına dağıtılarak yerleştirildikleri görülmektedir.
Türk boylarından bir kısmı da Kafkaslardan  Batı Anadolu’ya kadar uzanan bölgelere  yayılmış ve yerleşik hayata geçmişlerdir.
Böylece Anadolu yoğun bir şekilde Türkçe konuşulan  diyarlar haline gelmiştir…
Büyük Selçuklu Türk Devleti zamanında kazanılan Malazgirt Zaferi (1071) Türk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu  zaferden sonra Afşın Bey, kendi kuvvetleriyle Ankara - Kayseri – Denizl i- Bursa hattından geçerek karargahını Üsküdar sırtlarına kurmuştur. Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1076 tarihinde İznik´i fethedip Anadolu Selçuklu Türk Devletini kurmuş tüm Anadoluyu fethetmiştir. Yöremiz Alaşehir ve Boğazkes hisarları hariç Türk topraklarına katılmıştır. Haçlı savaşlarının başlamasıyla Türkmenler talan ve katliama maruz kalıp iç kesimlere çekilmek zorunda kalmıştır. Ancak Haçlı kuvvetleri de  Anadolu Selçukluları tarafından perişan edilmiştir.  II. Kılıçarslan’ın 1176 tarihinde Miryakefalon’da Doğu Roma ordusunu yenmesi sonucunda  Anadolu’nun "Türk Yurdu" olmasını kesinleştirmiştir.
           Selçuklu Türkleri uzun yıllar Bizans ve haçlı ordularıyla uğraşırken zayıflamışlar doğudan gelen Moğol istilasına gereken önemi verememişler ve Moğol-İlhanlıların bir valiliği konumuna gelmişlerdir. Bu Moğol istilası döneminde de Türkmenler hızla önce Doğu Anadolu’ya buradanda Batı Anadolu’ya tekrar akmaya başlamışlardır.
Saruhan Bey 1300 yıllarında Alaşehir çevresini, Salihli Adala, Demirci ve Gördes  bölgelerini ele geçirerek beyliğini kurup Manisa dolaylarına yerleşerek 1313 yılında Boğazkesen Kalesini alarak  Bizans hakimiyetine  son vermiştir. (Bölgede Saruhan Beyliği öncesi kale dışında şehir yoktu. ancak  bölgeye hakim olmak isteyen her devlet bu kaleye sahip olmak zorundaydı.)
Saruhan Bey Hıristiyan dünyası için çok önemli olan Boğazkesen Kalesi’ni aldıktan sonra bu bölgeye şehrini kurup   günümüzde Çınaraltı / Çaybaşı diye anılan yöreyi  Türkmen yerleşiminin kültürel ve idari merkezi olarak ilan etmiştir.
Şehir merkezi olarak bu bölgenin seçilmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Zira bu toprakların ilk büyük Türk alimi ve mutasavvıfı, gönüller sultanı Anadolu Alpereni REVAK SULTAN  çok daha önceleri Dergahını buraya kurmuş Saruhan Beyliği’nin manevi zeminini hazırlamıştır. Beylik, Ulu Cami, Haki Baba, Eyne Ali Baba , Atar Ece ve Gürhane  ile büyük bir merkez haline gelmiştir. 1410 yılında da Osmanlı Türk topraklarına katılmıştır.
 İbn-i Batuta’nın  1345 yılında geldiği Manisa için seyahatnamesinde "Saf Türkmen beldesi" diye anlattığı bu güzide Türk şehri 15. ve 16. yüzyıllarda Yahudilerin, 17. yüzyılda da Hıristiyanların da  (Grek / Ermeni ) gelmesiyle cazibe merkezi haline gelmiş ve nüfus yapısı değişmeye başlamıştır.
1923 yılında Saruhan  vilayeti olan şehrimizin adı  , İsmet İnönü’nün   Başbakanlığı döneminde Ekim 1926 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla “Manisa” olarak değiştirilmiştir.
           


 SARUHAN’IN KÜLTÜREL TEMELLERİNİN OLUŞUMU



DUMANLI DAĞ
        Türklerin engin gönül zenginliği, hoşgörüsü ve maddeye derin bir mana yüklemeleri; yaptığı benzetmelerde ve kullandığı isimlendirmelerde açıkça görülmektedir. Atalarımızı Boğazkesen Kalesi’nin ardındaki zirvelerin, değişen en küçük hava şartlarında, bulutlanması üzerine bu dağa “DUMANLI DAĞ” adını vermişlerdir. Dağ, Saruhan Türkmenleri zamanında da bu isimle anılmaktadır. 17. yüzyılda Osmanlı –Türk dönemi seyyahı Evliya Çelebi de “Seyahatname”sinde bu dağdan “Pus Dağı” ve “Dumanlı Dağ” diye bahsetmektedir. Dağın ismi son dönemlerde Manisa Dağı ‘na, 1940’lardan itibaren de Yunan mitolojisinden alıntıyla Spil’ e dönüştürülmüştür.




REVAK SULTAN       

Hoca Ahmet Yesevi’nin Alperenlerinden…
Hacı Bektaş-i Veli’nin cağdaşı…
Saruhan Beyliğinin temellerini atan Batı Anadolu’nun manevi fatihi…
Asıl ismi bilinmemekte, giriş anlamında “REVAK” denmektedir.

Bölgeye geldiğinde tebliğ faaliyetleri için Çaybaşını kendine merkez seçmiş ve İslam inancını Yesevîce yaşamaya ve yaşatmaya başlamıştır.
Türkmenler bu gönüller sultananın “ OTAĞ ”ını zenginlikleriyle süslemişler ve aynı yerde kültür merkezi (külliye) inşa ederek o mübarek insanın hem ismini hem de misyonunu devam ettirmişlerdir.
Manisa’da Selçuklu Mimarisinde  yapılmış tek eser Revak Sultan’ının türbesidir. 1372 tarihinde mütevelli heyetinde Haki Baba ve  Attar Ece’nin de bulunduğu Revak Sultan Vakfiyesi tarihi kayıtlarda mevcuttur.



  GÜLGÜN HATUN

         Türklerde ‘hatun’ terimi hakan ve bey hanımlarına verilen, batılılarda kraliçe anlamında gelen bir kelimedir. Gülgün Hatun, bir bey hanımı olarak bu Türkmen başkentine çok etkin hizmetlerde bulunmuştur. Bu yüzden daha sonraki Saruhan beyleri tarafından adına hürmeten külliye haline getirilmiş, imar ve  kültür çalışmaları yıllarca devam ettirilmiştir. Sonuçta SARUHAN şehri kültürel olarak Gülgün Hatun ismiyle özdeşleşmiştir…


Gülgün Hatun Külliyesi içinde Gülgün hatun camii (Dere Mescidi), Gülgün hatun (Dere)Hamamı, Hızır Şah tarafından yaptırılan ve  bugün kuruluş yeri tam olarak belirlenemeyen  Gülgün Hatun (Çınaraltı) Zaviyesi (Eğitim kurumu),  Gülgün Hatun Türbesi ve çeşmeler bulunmaktadır. Külliye tamamıyla bir vakıf eserlerdir.
Şehrimiz bu merkezden gelişerek Müslüman Türk kimliğinin çekirdeğini oluşturmuştur. Selçuklu mimarisi tarzında inşa edilen Revak Sultan Türbesi ile daha sonraki Gülgün Hatun Külliyesindeki eserler, şehrin Müslüman Türklere aidiyetinin simgesi haline gelmiş. Bu şehrin mührü niteliğindedir.
İshak Çelebi tarafından yaptırılan Gülgün Hatun türbesinde aslında üç  mezar bulunmaktadır. Manisa ya sonradan yerleşen azınlıklar buradaki sanduka sayısını yediye  çıkarmışlar  ve daha sonra “Niobe’nin yedi  kızı” mitolojisiyle ilişkilendirilerek buranın adına  “Yedi Kızlar Türbesi” demişlerdir. Böylelikle yüzyılların Ağlayan Kayası ve Türk İslam ahlakının sembolü Gülgün Hatun tarihten, hafızalardan kazınmış, "Niobe ve Yedi Kızlar"  a dönüştürülmüştür.  ( Bu yedi rakamında mitolojide sık sık telaffuz edilmesi dikkat çekicidir. Bazı kaynaklarda Niobe nin altı kızıda olduğu da  belirtilmektedir.)



AĞLAYAN KAYA

Dumanlı dağ eteğindeki Revak Sultan dergahının hemen yanında dağdan sızan suların kayada ıslaklık meydana getirdiğini gören Türkmenler,gönül zenginlikleriyle kayanın ağladığı yakıştırmasını yapmışlar,buraya ‘Ağlayan kaya’ adını vermişlerdir. Kayanın bir açıdan şekil olarak kadın başını andırması sebebiyle de zaman içinde Müslüman Türk söylencesi ortaya çıkmış, Atalarımızın Ağlayan kaya hikâyesi bir Türk masalına dönüşmüş ve çocuk eğitiminde önemli bir unsur olarak kullanılagelmiştir. “ kaya niçin ağlıyormuş ?’ diye soran çocuklarına anneleri hakimane bir tavırla: ‘Evladım, o kaya vaktiyle bir anneymiş. Çok yaramaz çocukları varmış, hiç söz dinlemezlermiş. Bu yüzden de her birinin başına acı şeyler gelmiş. Kimi derede boğulmuş, kimi kurda kuşa yem olmuş, kimi de uzaklara gitmiş kaybolmuş. Anne de her gece burada durup ağlaya ağlaya onların dönmesini beklemiş. O kadar çok ağlamış ki bu hal Allah’ın hoşuna gitmemiş ve onu taş yapmış’ diyerek hem çocukların merakını gideriyor, hem de onları terbiye etmede Ağlayan kaya’dan faydalanıyormuş.




NİOBE

Yunanlılar, nasıl Türklerin eski inançlarındaki bereket ilahı Kibeleyi Artemis yapmışlarsa; Friglerin Tantalos hikayelerini de Niobe yapmışlardır., Yunan mitolojisindeki Niobe dışarı çıkmamak üzere bir tapınakta yaşayan yarı tanrı, yarı insan bir tanrıçadır. Gayrimeşru ilişkilerinden olan yedi kız, yedi erkek çocuğu olmuştur. Bu çocuklar kutsal sayılamayacağı için büyük tanrı Apollon tarafından öldürülmüş kendisi de taş haline getirilerek cezalandırılmıştır. Bazı anlatımlarda Tapınak Fahişesi NİOBE’nin, “Çocuklarım Apollon’dan daha güzel flüt çalıyor.” demesi, ayrıca  çocuk sayısının çokluğu sebebiyle diğer yarı tanrılardan daha üstün olduğunu iddia etmesi üzerine Tanrılar’ın kendisini taş yaparak cezalandırıldığıda söylenmektedir.
Müslüman Türk’ün “Ağlayan Kaya” hikayesi yabancı kültür unsuru olan işte bu “Niobe” miti ile değiştirilmek istenmektedir.. Artık Saruhan Türkmen şehrinin merkezi bir Yunan Fahişesinin adıyla hafızalara yerleştirilmektedir.




  ATATÜRK’TEN SONRA DÖNÜŞÜM

Atatürk’ün ölümünü takiben İsmet İnönü döneminde öncelikli olarak latin batı eserlerini tercüme dönemi başlamış, çok sayıda Yunan ve batı eseri Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır.. Müslüman Türk kültürünü aşağılayan, yabancı kültürleri yücelterek alkışlayan kör zihniyet, şehrimizde de adeta yeniden hortlamış; Dumanlıdağ ya da Manisa Dağı, birden bire Spil’e ; Ağlayan kaya  Niobe’ye dönüştürülmüştür.1950 ‘li yıllardan itibaren basın yayın yoluyla okur-yazar kesime; eğitim kurumlarında öğrencilere ödevler verilmek suretiyle yeni neslin şuuraltına bu “mit” yerleştirilmiştir. Bölgeye adını veren abide çınarlar bu yıllarda imar çalışmaları bahaneleri ile ortadan kaldırılmıştır. (1900 başlarında da külliye civarında azınlıklar tarafından bir genel ev yapılmış, zihinlere bu bölge için başka olumsuz manalar yüklenmiş idi.1960’lı yıllarda Ağlayankaya’nın yanında bir pavyon açılmış ve buna Niobe ismi verilmiştir. Yeni açılan bu pavyonda yaşanan polisiye vakalar sebebiyle
 NİOBE ismi geniş halk kitleleri tarafından konuşulur olmuş millet psikolojik olarak Niobe’ye şartlandırılmıştır.1985’ lerden itibaren ise, Ağlayankaya yanındaki pavyon yerine ve anfi tiyatroyu andıran yapı inşa edilmiştir. Artık sıra  trafik levhalarına gelmiş; önceleri Ağlayankaya yazısının altına küçücük Niobe yazılırken daha sonra, NİOBE yazısının yanına küçücük Ağlayankaya uygulaması başlamıştır.Yunan kültürüne ait bu kelime ön plana çıkarılmıştır.. Böylece Revak Sultan, Gülgün Hatun, Ağlayankaya isimleri hafızalardan silinmeye, gözlerden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.
         


 EMPERYALİZMİN MANİSA VERSİYONU : HÜSNÜYADİS

     Anadolu üzerindeki emperyal emeller yüzyıllar öncesinde olduğu gibi bugün de devam etmekte ve daha çok kültürel işgalle başkalaştırma ve dönüştürme şeklinde uzun zamana yayılarak sürdürülmektedir. Bu kutsal topraklara yapılan kültürel saldırılar proje sahiplerince kasıtlı ve taammüden uygulanmakta, bazı çevrelerce de gafletle desteklenmektedir. Şehrimiz bu ihanet çeşitlerinin en ağırını İstiklal savaşı döneminde yaşamıştır.
Bugün herkesin bildiği mutasarrıf Hüsnü Bey (Hüsnüyadis ) ve işbirlikçileri kurtuluş savaşı öncesi işgalcilere şehri silahlarıyla birlikte teslim etmiştir. Yunanlılar da üç buçuk yıllık işgalden sonra çekilirken, şehri baştanbaşa yakmışlar, binlerce Müslüman Türk’ü katletmişlerdir.
 Tarih bu ihanet şebekesinin tespitini yapmış ve kayda geçirmiştir.
Şehrimizde ihanetin, işbirlikçiliğin.  Sembolü haline gelen Hüsnüyadis zihniyeti, Osmanlı’nın son dönemlerinde başladığı ihanet faaliyetlerine cumhuriyet kurulduktan sonra da devam etmiştir. Müslüman Türk toplumuna işgal yıllarında yapılandan daha ağır darbeler vurmuşlar, ekonomi, siyaset ve bürokraside elde ettikleri üstünlüklerle kültürel değerlerimize ihanet üstüne ihanet etmişlerdir.
Müslüman Türk toplumunu temel değerlerinden ve tarihinden uzaklaştırmak için yüzlerce yıllık yöre ve yer adlarımızıYahudileştirilmiş,Grekleştirilmiş, Ermenileştirmişlerdir.
Bu kültürel değişim politikası zamana yayılarak halen sürdürülmektedir.


Bu çalışmaların en önemlilerinden biri de, şehrimizin çekirdeği sayılan Çınaraltı / Çaybaşı diye anılan bölgede başlatılmıştır.

 Uzun geçmişi olan emperyalist politikaların yöre adlarına  dayalı olarak “hak iddiaları” göz önüne getirildiğinde, yapılan sinsi gayretlerin vahim sonuçlarını herhalde vicdan sahibi herkes öngörebilecektir.Saruhan merkeziyle ilgili maddi ve manevi kültür değerlerimizin ,adlarının,temel inanış ve değerlerimize ters, bu topraklara ait olmayan yabancı kültür isimleriyle değiştirilmek istenmesinin aşamalarını ve sonuçlarını Türk halkının takdirlerine bırakıyoruz.




BU HALE NASIL DÜŞÜRÜLDÜK ?...

                           SİZ NE DERSİNİZ ?...


                   VE 2000’Lİ YILLAR…

                   Vakıflar Genel Müdürlüğü' nce  yıllardır ihmal edilen Manisa vakıf eserlerinin  bakım ve onarıma alınması sebebiyle , yüreklerimizin sevinç ve heyecanla kaplandığı bu günlerde Belediyemizin bu mübarek beldelerin manevi şahsiyetini tahkir edecek şekilde “NİOBE ÇEVRE DÜZENLEMESİ” ne girişmesini ve alana " NİOBE PARKI"  adını vererek kirletmesini şiddetle protesto ediyoruz.
Şehri emanet ettiğimiz Sayın Belediye Başkanı ve meclis üyelerinin, bu şehrin ruhaniyetine ve rahmetle andığımız Revak Sultan, Saruhan Bey , Attar Ece , Eyne Ali Baba ve  Şekerci Hüseyin Dede’nin manevi şahsına durumu arz ederek,  tarih önünde ve Allah indinde mahkûm olacakları bu korkunç yanlışlıktan dönmelerini bekliyoruz.

         BU ŞEHİR

         Uğrunda on binlerce şehit vererek bedeli ödenmiş bir Türk şehridir.
         Kurucusu Saruhan adıyla anılan bir kültür başkentidir.
         Osmanlının şehzadelerini emanet edip yetiştirdiği bölgesel bir ekonomik, kültürel, siyasi merkezdir.
         Çanakkale’de en çok şehit veren ikinci ildir.
         Yunan işgalinde maddi ve manevi en çok zarar gören şehirdir.
         Tarihine, kültürüne, inancına ve misyonuna uygun isimlerle anılmayı hak eden bir şehirdir.

         ÖNERİLER

         Yeni yapılmakta olan parkın ismi "REVAK SULTAN " veya "GÜLGÜN HATUN" olmalıdır.
         Bölge eğlence merkezi olmaktan çıkarılıp, kültür ve sanat merkezi haline getirilmelidir.
         Her ne sebeple olursa olsun yapılan mimari çalışmalar doğal yapıyı zedelemeden devam ettirilmelidir.
         Üniversitenin ilgisizliğinden doğan boşluğu milli ve yerel dinamizmle doldurmak amacıyla bu yörede “SARUHAN KÜLTÜR MERKEZİ” açılmalıdır.
        
         İlgili kurumlarımız, sivil toplum kuruluşlarımız, öncü şahsiyetlerimiz ve duyarlı vatandaşlarımız bir araya getirilmeli ve ORTAK AKLA mutlaka ulaşılmalıdır.
         Bu “ORTAK AKIL”, isimlendirmede kesinlikle yanlış yapmayacak
Ve Niobe fantazisiyle Türk Kültürü katliamı yapanları mutlaka durduracaktır.


SONUÇ

Aksi halde tarih bu yanlışı asla affetmeyecek ve sorumlularını mutlaka mahkûm edecektir.
Maşeri vicdan bu konuda hükmünü verecek, ve gelecek nesiller bunların mezarlarına tükürecektir.
Bilinsin ki bu şehir kıyamete kadar SARUHAN BEY’İN EVLATLARININ vatanı olmaya devam edecek, NİOBE ÇOCUKLARI, tarih boyunca olduğu gibi yine hüsrana uğrayacak ve ihanetlerinin bedelini ödeyerek AKDENİZ’e döküleceklerdir.
SARUHAN ARAŞTIRMA GRUBU


Ey Türk evladı

Ne dersin?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder