16 Ocak 2011 Pazar

MÜRTECİ NAZIM HİKMET (1)

Menemen İsyanı
Şeyh Bedrettin İsyanı'nın
İkinci versiyonu mudur?...


Çoğu insan Nazım Hikmet Ran’ı “inanmış bir komünist” olarak tanır. Fakat komünistliğinin yanı sıra bir de “ezeli muhalif” yanı vardır ki dudakları uçurtacak yapıdadır…
        A.Nedim Çakmak’ın Yesevi Dergisinde de uzun uzun anlatılan Hüsnüyadis olayı ve Nazım Hikmet’in Sahte Destanı yazısından ilham alarak olayı araştırdık.

        23 Aralık 1930’da Menemen’de bir kalkışma hareketi olur. Liderleri Nakşibendî tarikatından Giritli Sahte Şeyh Derviş Memettir. Burada özel bir not belirtelim: Çeşitli tarih ve yorum kitaplarında yazıldığı gibi Menemen olayındaki tahrikçinin adı Mehmet değil, Memet tır. Aşağı yukarı internet de dahil bütün kaynaklarda “Memet” ismi bir sembol olarak yer alır. Bunun önemini daha sonra belirteceğiz.

Menemen ayaklanmasında idamdan kurtulan Mustafa oğlu Nalıncı Hasan, Mustafa oğlu Ramazan, Harputlu Ömer oğlu Mehmet, Hüseyin oğlu Mehmet Ali 24’er yıl, Selahattin oğlu Naşit, Yakub oğlu Ali ve Muhattin oğlu Ali Koç, Necip oğlu Mevlüt, Pirgir oğlu Osman, Ali oğlu Hasan (İdam verilmiş ancak yaş küçüldüğünden ceza indirilmiştir.) ise 15’er yıl hapis cezalarıyla Bursa Cezaevinde yatmaktadırlar. Nazım Hikmet, 1933 başlarında Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin kendinin ikinci reislik döneminde tutuklanır ve Bursa Cezaevi’ne atılır. Burada tanıştığı bu esrarkeş mürtecilerden “Cumhuriyet rejimine” muhalefet ettiklerini öğrenir ve onlara hayran olur. Çünkü başlarındaki Giritli Mehdi Derviş Memet, canı pahasına savaşmıştır ona göre...

        Nazım Hikmet Ran (Borzeçki veya Verzanski), Şeyh Bedrettin Destanı’nda cezaevi penceresinden hayali bir yolculuğa çıkar, bunu rüyasında görmektedir. Bedrettin’in halifesi Börklüce Mustafa’nın maceralarını izlemektedir. Sabah rüyasını koğuştakilere anlattığın da Ahmet adli bir mahkum “Bunu yaz işte” der, ‘Bir Bedrettin Destanı isteriz..”
(N. Hikmet, Benerci Kendini Neden Öldürdü, Şiirler 2, Yapı Kredi Yayınları, İst., 2006, s. 259)

        Daha önce isimleri saydığımız hapishane arkadaşlarının isteği üzerine “destan”ını yazar.

        Destanın 14. Babında:
        “Serez’in esnaf çarşısında,
         bir bakırcı dükkanının karşısında
       Bedrettin’im ağaca asılıdır” (age, s. 258)
       
        Demektedir Nazım.
       
        Derviş Memet’in isyanı başlattığı ve yeşil bayrak açıp herkesi onun altından (hatta bir Yahudi esnafı da) geçmeye zorladığı yer Menemen çarşısıdır.

        Bu konuda Kubilay Olayı hakkında belgesel yapan Can Dündar’ın yaşayan tanıklarla yaptığı söyleşide Sami Özyılmaz şunları söyler:

        “Onların asılacağı gün, nöbet yine bendeydi. Korkudan otomobilin dışına çıkmıyordum. Hep seyrettik, üzüldük. Hükümet’in altında Birincieller’in evi var, önce onu astılar: Manisalı Hocazade Ahmet Efendi...Astıktan sonra önüne ismini asıyorlar. Ondan sonra geldik akasyaların altında birini astılar. Sonra Ali Efendi’yi tütün satılan barakanın yanında astılar. Adamlara mecburen cigara satan Molla Osman’ı astılar. O çok bağırdı asılırken ‘Kurtarın’ diye, askerler vaziyet aldı. Ondan sonra sırayla asıldı, asıldı, ta çarşının içine kadar hepsini gördüm. Kamyonlarla atıp mezara götürdüler öğlene kadar...’
(Can Dündar, Milliyet Gazetesi, 29 Aralık 2005)

“Çarşıda her lonca kesmişti kendi pirinden ümidi, tarumar idi” der Nazım. (age, s. 229)
Bu konuda da yine Can Dündar’ın yaşayan tanıklarından Mustafa Şengönül şöyle demektedir:
“Ben Menemen’de marangoz çırağıydım. Dükkânı açmaya gittim. Karşımda uncu Mehmet
Efendi vardı. Belediye Meclis üyesiydi. Bana “Dükkanı açma, eve git. Çarşıda bir karışıklık var” dedi. “İzmir’den 70 bin kişi harekete geçti. Burayı işgal edeceklermiş” diye duyduk.”
(Can Dündar, age)
Esnafta da bir korku olduğu kesindir. Aynı şahıs olayın sonunu şöyle aktarır: “Sonra ahaliye mecburi alkış yaptırdılar. Millet ‘70 bin kişi geliyor korkusundan yaptı. Hepimiz korktuk. Meğer adamlar sarhoşken böyle demişler, hepsi yalanmış.”

        Nazım Hikmet bize kendi gerçeklerini sunmaya devam eder:

        “Üçü de yanımdaki rehberim gibi yekpare ak libaslıydılar. Birisinin kıvırcık abanoz gibi siyah bir sakalı ve aynı renkte ihtiraslı gözleri, kemerli büyük bir burnu vardı. Vaktiyle Musa’nın dinindenmiş, şimdi Börklüce’nin yiğitlerinden..” (N. Hikmet, age, s.236)

        Nazım Hikmet’in burada bahsettiği “Musa’nın dini”nden olan kişi Menemen olayındaki İngiliz ajanı Giritli Hayim oğlu Josef’tir.

        Aynı “destan”ın başında üst katlarında asılacak prangalılar olarak bahsettiği üç kişi…
Menemen’deki çatışmalarda ilk ölenlerden Şamdan Memet, Sütçü Memet ve Mehdi Derviş Memet’tir.

        Burada bir parantez açıp bir unsuru açıklayalım. Börklüce Mustafa ismi Şeyh Bedrettin İsyanı’nda yer almış gerçek bir kişinin ismidir ancak. Aynı zamanda 1925 ile 1934 arası birlikte çalıştığı ve TKP davalarında birlikte yargılandığı Sarı Mustafa’nın lakabıdır, nitekim “destan”ın bir bölümünde Sarı Mustafa’yı şöyle anar:
        “Aydın’ın Türk köylüleri,
         Sakızlı Rum gemiciler.
         Yahudi esnafları,
         On bin mülhit yoldaşı Börklüce Mustafa’nın”

        Mülhit, tanrı tanımayan, ateist demektir. Şeyh Bedrettin İsyan’ı ise bir çeşit şeriat maskeli ayaklanmadır. 0 halde komünist San Mustafa (lakabı Börklüce) dışında biri mülhit olarak anılır mı? ... Ayrıca San Mustafa bir dönem TKP’nin Adana’da örgütlenmesiyle görevlidir.
        Şair (?) burada bir çeşit cinas da yapmaktadır. Giritli dönmeler, Yunanlı ve Yahudilerle birlikte ayaklanma başlatan Derviş Memet’e tarihsel bir ayaklanma önderinin yiğitlerinden olduğu payesi sunulmaktadır.
        Oğlum Memet, Varna’dan sesleniyorum sana… :”

        Bu dizeler Nazım’ın en ünlü dizeleridir ve üvey oğlu Memet (edebiyatçı Mehmet Fuat Bengü) için yazılmış en ünlü dizelerindendir. Ama üvey oğlunun adı Mehmet olmasına rağmenDerviş Memet’e olan hayranlığı nedeniyle ona “Memet” diye seslenmektedir.
Nazım Hikmet, muhaliflik mantığıyla desteklediği bu mürteci harekete o kadar hayran olmuştur ki yazdığı “destan”ında kendini diğer komünist arkadaşlarına karşı savunmak zorunda hisseder:
       
        “Şimdi ben bu satırları yazarken, “Vay kafasıyla yüreğini ayırıyor; vay tarihsel, sosyal, ekonomik şartları kafam kabul eder amma, yüreğim yine yanar, diyor. Vay, vay Markiste bakın.” gibi laflar edecek olan bazı “sol” geçinen delikanlıları düşünüyorum.”
(N. Hikmet, age, s. 247)

        Mürteci bir harekete adadığı “destan”ın sol hareket içinde onay almayacağını bildiğinden aynı dipnotta Marx’a kadar “Paris Komünü Duygusallığı” kurmaya çalışır Nazım…
(Not: Bu dipnotta, o dönemde, yani hapisteyken TKP yönetimine gelen Hüsamettin Özdoğu ve diğer Komintern yanlısı arkadaşlarını kasteder.)

AYAKLANMAYA SONSUZ DESTEK

        Sarı Mustafa (yani destandaki Börklüce Mustafa)’nın ve arkadaşlarının Adana’da yaptığı örgütlenmeler sırasında tanıştığı ilginç bir kişilik daha vardır: Abdülkâdir Kemali (Öğütçü).

        Abdülkâdir Kemali Bey ilginç bir şahsiyettir.

        Elazığ’dan gelen bir ailenin oğlu olarak, 1889’da Osmaniye’nin Yarpuz’un da doğmuş, Manastır askeri Lisesi’ne gidip bırakmış, İstanbul’da hukuk eğitimi alırken 1908’de Meşrutiyet ilan edilince İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce öğrenciler arasında teşkilatlanma görevlisi ilan edilmiş, Talat Paşa’nın gözüne girmiş, İlk Meclis-i Mebusan’da Kastamonu milletvekili olmuş, Bolu’dan Heyet-i Temsiliye’ye seçilmiş, 25 Kasım 1920’de Pozantı İstiklal Mahkemesi’nde Başkanlık yapmış biri...

        Ancak en büyük özelliği 24 Aralık 1930 tarihinde önce Halep’e sonra Beyrut’a kaçmasıdır... Ünlü yazar Orhan Kemal (Mehmet Raşit Öğütçü)’nün babası olarak tanınan ezeli muhalif Abdülkâdir Kemali, birinci TBMM’de yine Kastamonu milletvekili olarak görev yapar ve bir ara Atatürk cephedeyken Adalet Bakanı olur ve Atatürk’ün üç gün sonra dönmesi üzerine görevinden alınarak Cumhuriyet’in üç günlük bakanı olarak tarihteki ilginç yerini alır. Ardından Serbest Fırka’nın kurulmasından sonra, genel merkezi Adana’da olan Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurar. Mecliste olduğu dönemlerde 2. Grup nitelendirilen muhaliflerden olduğu ve cumhuriyet aleyhine yayın yapan Tokses gazetesini çıkardığı için hedef haline gelir...
        Ama belirttik ya, asil ilginç özelliği 24 Aralık 1930’da Halep’e kaçmasıdır...
        Neden?...

Davut Akova, Yesevi Dergisi, 18 Ocak 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder