17 Ocak 2011 Pazartesi

AMERİKA'DA SIKIYÖNETİM

DİREKTİF 51
AMERİKA'DA SIKIYÖNETİM
Kemal EVCİOĞLU
(E) Dz.Müh.Yb.
Uluslarası İlişkiler Uzmanı

Gözlerinizin önüne saklandılar.”

Hepimizle ayrı ayrı görüştüler. Eğer Pazartesi günü ‘Kurtarma Planı’nın aleyhinde oy verirseniz, gök kubbe bulunduğu yerden düşecek, borsalar birinci gün 2 ila 3 bin, ikinci gün birkaç bin puan daha inecek, eğer istersekSıkıyönetim gelecek” dediler. İktidardaki Cumhuriyetçi Parti Kongre üyesi Brad Sherman böyle söylüyordu. ABD’nin emercensi önlemi olarak gösterilen “Banka Kurtarma Planı Bailout Plan”, yine de ilk oturumda Kongre’den geçememiş, pakette yer alan 700 milyar, 850 milyar dolara yükseltildiği halde, Kara Pazartesi olan 15 Eylül 2008 günü yitirilmiş olan “güveni” satın alamamıştı.
Bu tehdide rağmen Amerikan Kongresi’nin bir kısım üyeleri neden pakete karşı oy vermişlerdi? Üstelik çoğu, Yeni Dünya Düzeni’nin tetikçi Başkanı G.W Bush ile aynı partide olmalarına rağmen. Yoksa bu üyeler, sağduyunun etkisinde mi kaldılar? Amerika’nın bu denli satılmış olmasından korku mu duyuyorlardı?
Son günlerde Amerikada ve dünyada “korku mühendisliği” moda oldu. Doruktaki zenginlikten dipteki yoksulluğa çakılma korkusunu iliklerine kadar hisseden Amerikalılar şaşkın. Nereden çıktı bu kriz? Nereden çıktı “Sıkıyönetim söylemi”?
Küresel Krallığın egemenliğinin korkutucu boyutta olduğu algısı kasten yayılıyor. Bu klik, dünya medyasını, milletlerin yönetici elitini, asker ve polis şeflerini, bilim(siz) adamlarını ele geçirdiği için yenilmez, yıkılmaz bir gücü temsil ediyor gibi gösteriliyor. Dünya milletlerini yöneten köleler ise, servet ve iktidarları, canları ve malları için Allah’dan (cc) daha fazla onlara sığınıyorlar.
Askerler, ülkelerinin çıkarları yerine, küresel elitin çıkarlarını koruyor ve gerektiğinde bombalar altında can veriyorlar. Onlar, Allah’a (c.c.) meydan okuyacak kadar şımaranların “robot askerleri”! Yeni Dünya Düzeni bu işte! Irak’ta Afganistan’da anlamsızlığın bataklığında yapılan mücadelelerde yerlere serilen cenazelerin ve oluk oluk akan kanların üzerinden dünyayı yönetmek isteyenler bunlar. “Kanın nehir olarak aktığı dönem en iyi satın alma dönemidir diyor” bu para tanrılarından biri.
O zaman itaat edin ülkelerini satanlar! Sonra da boyunuzun ölçüsünü alın! Çünkü ölüm de var!
ABD ve Dünya küresel kriz ile sallanıyor. Tahminleri yanlış ve eksik kalan  birçok iktisatçı ve politikacının şaşkın milletlerin kamuoylarındaki kredi ve itibarını yerle bir eden gelişmeler yaşanıyor. Böyle krizler, yüzyılda bir yaşanırmışKriz bize değmezmiş1929’dan sonraki en büyük iktisadi bunalımmış. Yeniden kapitalizasyon durumu kurtarırmış. Karl Marx haklı çıkmışmış. Bu kriz birkaç yıl sürermiş. Sonra durum düzelirmiş. Konuşun bakalım!  Sağdan soldan ortadan işleri hep uyutmak. Mışıl mışıl uyutmak için bunlar! Yeni Dünya Düzenini sahneleyenlerin köleliğini kabullenmiş olanların Batı ve Doğu ülkelerindeki misyonları bu. Böyle getirdiler dünyayı uçurumun ucuna. Bütün uygarlıklar böyle satıldı. Devletler satın alındı. Ele geçirilen yöneticiler, küçük çıkarları için yönettikleri halkları kurban ettiler. İhanet böyle gerçekleşti. Sözde seçilmişlerin köleleri! Tuzak Kuranların En Güçlüsütarafından, “Bilmedikleri yönden felakete yaklaştırılanlar!”
 ABD, tarihsel bir manüplasyona kurban gidiyor. ABD’nin milli enerjisi, küresel elitlerin hizmetinde tüketiliyor. Amerika Satıldı. Göz göre göre! Korku İmparatorluğu kurulurken kurban edilenler, bir alimin deyişiyle “Öküzün onu kesecek olan kasabın bıçağını yalamasi” gibi tepki veriyorlar. Sırtlanlar tarafından canlı canlı yenmekte olan geyiğin acıyı duymaması için salgıladığı felç hormonuna ilaç olarak itibar ediliyor. İlaç yerine zehir içiliyor. Uyanın! Bu kriz, bütün maskelemelere rağmen 11 Eylül 2001 terör saldırısının mühendislerinin üretimi olduğunu haykırıyor 
21inci yüzyıl, yazılı tarihin en kritik dönemi olacak. Küresel ekonomik krizin küresel iklim değişikliği ile örtüştüğü bir dönemde zalim ama dünyaya egemen olan bir kliğin başını çektiği Küresel Krallığın savaş çanlarını çaldığı bir dönemdeyiz. Tabiat ve insan bütünlüğü hiç bu kadar bozulmamıştı. Kainattaki dengeler hiç bu kadar zorlanmamıştı. Adalet terazisi hiç bu kadar eğilmemişti. İnsanlık, hiç bu denli tehdit edilmemişti. İnsan denen varlığın sorumsuzluğu bu denli yıkıcı olmamıştı. Dünya, küresel iklim değişikliklerinden bu kadar etkilenmemişti.
Yollarını şaşıran kuş sürüleri, nesli tükenen hayvanlar, zamanından önce açan çiçekler ve meyveler, hepsi sessizceyaklaşanı fısıldıyor.  Nereye baksan bir sömürü ve gözyaşı var! Bu muydu aydınlandı dediğiniz dünya? Karun’dan daha zengin 400 adamın serveti birkaç trilyon doları aşmış. Birçoğu onlarca ülkeyi satın alabilecek bu imparatorların zevk alemlerinin derinliklerinde yüzdüğü, milyarların açlığa sürüklendiği milyonlarca çocuğun doğarken öldüğü bir dünyada!
Gelecek konusunda endişeli olmayanlar da var. Örneğin, “Şok” adlı kitabında geleceğin zamansız gelişinden söz edenAlvin Toffler, “Üçüncü Dalga” adlı çalışmasında ise geleceği felaket olarak algılayanların gözlerinin önünde yepyeni bir uygarlığın doğduğunu görmediğini öne sürüyor. Ona göre, “sanayi ötesi döneme geçtik ve Bilgi Çağı”nı yaşıyoruz. Ama bir takım körler her yerde bunu durdurmak için uğraşıyor. Gelecekten korkarak yaşamını geleceğe göre ayarlamayanlar boşuna bir çabayla geçmişe kaçmaya çalışıyorlar.” Ne var ki,Toffler’in sözünü ettiği gelecek şimdiden dün oldu. Küresel ekonomik kriz, küresel iklim değişikliğinin üstüne geldi. Ekosistem, giderek  bilim adamlarının öngördüğünden daha büyük bir hızla bozuluyor. Tabiat, eskiden olduğu şekilde yenilenme yapamıyor ve birbiri ardına yıkılan ekodengeler dahil her türlü denge artık kendiliğinden yenilenerek kurulamıyor.
Dünyanın geleceği yine Orta Doğu’da belirleniyor. Küresel Krallığın seçkinleri, yine sırça köşklerinden fanusun içindeki mücadeleyi seyrediyorlar. Kendi kurguladıkları ve oynattıkları tiyatroyu. Krizleri, savaşları. Tanrı İsis ve Osiris’in hizmetinde olanlar dünyayı savaşa sürüklüyorlar...
Tasarruf ve yatırımlar artırılması gerekirken bunlar harcamayı ve daha da harcamayı önerdiler. ABD, dünyanın en borçlu ülkesi. Kimse ona borç vermeyecek. Hitler’in Weimar Cumhuriyeti’nde bir çuval mark ile bir tane ekmek alınıyordu ya! İşte Yeni Dünya Düzenine esir düşen ABD ve tabii ki dünya için de aynısı isteniyor. Artık, ABD de borçlu dünya da. Dünya;
Bir taraftan çalışanların ücretlerini yükseltirken beri yandan toprak mahsullerindeki ve besi hayvan üretimindeki kesatlığı gerekçe göstererek temel gereksinim maddelerinin fiyatlarını arttıracağız. Sonuçta çalışanlar yapılan zamdan bir çıkar sağlayamayacaklar” ilkesinin takipçilerince kurban edilmek isteniyor. ABD’de ve dünyada yalnızca ekonomi kurban edilmiyor.
Ben 840 bin oyu temsil ediyorum. Sizin yapmak istediğiniz bankaları kurtarmak değil. Görüyorum ki yalnızca ekonomi  değil, anayasa da risk altında!” şeklinde yürekli bir çıkış yapan Cumhuriyetçi Shelby’nin dediği gibi İmparatorluk batıyor. O zaman Habeas Corpus, ne olacak diye sormayın artık. Aranızda çekişmeyin! Çünkü Sıkıyönetim Yasası-Marshall Law yolda!
1 Ekim 2008. Felluce’de katliam yapmakla ünlenen birlik, artık Amerikan topraklarında. 2002’de terörizmle savaş için çıkarılan “Anavatanın Güvenliği-Homeland Security” yasası çerçevesinde sivil ayaklanmalara karşı olası bir iç kargaşada kullanılmak üzere hemen göreve başladı. Felluce’nin “Post Travmatik Stresi”ni atlatamayan askerleri ile.
Küresel Faşizm’in ayak sesleri duyulurken Amerikan topraklarında aktif görev alan ve Kuzey Komutanlığı’na (Northern Command) bağlanan Felluce sabıkalısı askeri birlik “Sonuç Yönetim Tepki Birliği-Consequent Management Force (CMRF)” adıyla Neofaşizm Çağı’nın yeni SS birliği olarak göreve başladı. Dünya Kamuoyunun gözü önünden kaçırılan Felluce Soykırımı’nda ağır silahlar kullanan bu birlik, artık yeni görevinde “öldürücü olmayan silahlar, non lethal weapons” kullanacakmış! Amerikanın Silahlı Kuvvetler dergilerinden “Army Times”, bu Tepki Kuvveti’nin sivil rahatsızlık ve kalabalık kontrolu (civil disturbance and crowd control) konsepti kapsamında yine sivil otoriteye bağlı olarak görev yapacağını öne sürüyor.
Ne günlerdi onlar! Felluce’yi kuşatan ABD askerlerinin özellikle evanjeliklerden seçildiği, bunların Büyük Roma İmparatorluğu’na ait giysiler içinde ilahiler dinleyip kendinden geçtiği öne sürülmüştü. Ellerinde İnciller ve dualarla saldırıya geçen Evanjelikler ve Yahudiler, işbirlikçileriyle birlikte, gerçekte hem Hazreti İsa’nın ve hem de Hazreti Musa’nın olsa olsa lanetine neden olacak icraatlar gerçekleştirmişlerdi.
Tüm Dünya’da, Müslüman olan veya olmayan,  ancak insan olan herkesin nefret ve öfkesini ayağa kaldıran, bu barbarlığı sergileyen işgalcilerin, camilerde, sokaklarda ellerinde İncil’lerle verdiği görüntüler ilahi adalete çağrı için mazlum duasını gerektirmeyecek boyutlara ulaşmıştı. Irak’ta direnişin kalesi olarak görülen Felluce, ABD topçularının ve savaş uçaklarının 14 Ekim 2004’de başlayan bombardımanı ile, neredeyse yerle bir olmuştu. Ülkede 60 günlük olağanüstü hal ilan edilmesi, ABD’nin bu operasyona verdiği önemi gösteriyordu. ABD ve Irak yönetimi ise, Felluce’de, el Kaide lideri Zerkavi ve diğer “teröristlerin” peşinde olduklarını iddia etmişti. Aynı günlerde, Felluce’de Amerikan deniz piyadeleri, Sünnilerin yaşadığı Felluce’de sokak çatışmalarının arasında kalmış bu arada 300 kadar Irak’lının öldüğü ve 400 kadarının da yaralandığı açıklanmıştı. Felluce’de öldürülen dört ABD’li korumanın cesetleri yerde sürüklenmişti. Bu da halkın nefretinin boyutunu gösteriyordu. Nisan 2004’ün ilk haftasında Felluce’de 16 çocuk ABD uçaklarının roketlerine hedef olmuştu. 9 Nisan’da, o güne kadar en tahrik edici kıyım sayılabilecek olayda, ABD helikopterleri, Felluce’deki bir caminin üzerine ani füze saldırısı yaparak düzinelerce Iraklı’yı öldürmüştü. Öğle namazını ifa etmekte olan cami cemaatinin üzerine yapılan saldırı, isyan derecesini daha da arttırmıştı. BushBlair, Bremer ve diğerleri, Irak’ta, gelecekte onları da yakacak yangını böyle başlatmışlardı. Kimileri Felluce’yi, Vietnamdaki ünlü Hue kentine benzetmişti. Cami bombardımanında 60 kişiyi vuran ABD, direnişçilerin cami içine sığındığını, onlara Cenevre Antlaşması’na uygun bir saldırı ile karşılık verdiğini ileri sürmüştü.
Şimdi bu tecrübeli birlik Savunma Bakanlığının çabaları için Komuta Kontrol amaçlı ABD içinde görev yapacak. Nereden nereye? ABD’de konu, “Demokrasi Hemen Şimdi-Democracy Now” adlı kuruluş tarafından gündeme getirildi. Sıkıyönetim endişesinin yüksek sesle ortaya atılması ile birlikte internet siteleri, Kankakee, İllinois’te benzeri olan ve ABD’deki sayıları 800 adede ulaştığı iddia edilen FEMA (Federal Olağanüstü Hal Ajansı-Federal Emergency Management Agency) kamplarında çekilen vidyoları sergilediler. Korkutuyorlar! Ama nedensiz değil! Bu kamplardan ABD’nin her yerinde var. Kampların olağanüstü hal için kurulduğu reddedilmiyor. ABD’de 800 kimi kaynaklara göre 600 adet konsantrasyon kampı var. En büyüğü Alaska’da. Bu kampınKapasitesinin 2 milyon kişi olduğu öne sürülüyor.FEMA'nın yönetiminde olacak bu kampların en büyükleri; Florida, Kaliforniya, Alabama, Arkansas, Kolorado, Hawai, Georgia, Illinois, Indiana, Missisipi, Luisiana, Teksas, Nevada, Oregon, Washington ve diğer eyaletlerde. FEMA kampları tüm ABD topraklarında irili ufaklı değişik bölgelere dağılmış durumda. Resmi kayıtlara göre kapatıldığı söylenen, ancak birçoğunda inşa çalışmaları süren, kamuoyunun gözü önünden kaçırılan bu kamplar, bazılarının tahmin ettiği gibi normal mahpuslar için düzenlenmiş kamplara hiç benzemedikleri gibi birçoğu suç oranının yüksek olmadığı bölgelere kurulmuş. Askeri lojistik araçların içinde faaliyet gösterdiği, helikopterlerin üzerinde uçtuğu, bütün cihaz ve ekipmanlarının tam olarak hazır olduğu, demiryollarının içlerine uzandığı bu tesisler, tanıdık tipte askeri tesislere de benzememekteler. Özel vagonlar, özel konteynerler, özel hücreler!
FEMA yaşam verdiği birçok aktif ve boş kamp hazır görevli personeliyle boşlar ve misafirlerini beklemekteler! Binlerce ve yüzbinlerce kişiyi barındırabilecek bu kamplarda; elektronik kapıları olan hücrelerin, gaz odalarının bile bulunduğu öne sürülüyor!
Ne işe yarayacak bu kamplar?
Bu kampları kim işletecek?
Yoksa ünlü ABD’li sosyolog Immanuel Wallerstein’in söylediği gibi ABD’de bir iç savaş tehlikesi mi var?  
Bunlar, FEMA (Federal Emergency Management Agency ) tarafından işletilecek. ABD’de Sıkıyönetim Yasası (Martial Law) uygulanma gereksinimi olursa başkanın ve hakimin imzası yakalananı hapsetmek için yetecek.  Amerikan Homeland Security Departmanına (DHS)  bağlı olan FEMA’nın amacı, ABD’de oluşan ve yerel veya eyaletin yeteneklerinin ötesine düşen bir felakete yanıt verebilmek. Herhangi bir eyalet valisi, acil durum ilan ettiğinde, ABD Başkanı ve Federal Hükümetten onay ile görev alacak olan FEMA, milli güvenlik tehlikeye girdiğinde “alternatifsiz milli hükümet” olarak yönetimi devir alacak. Peki bu boş kampların misafirleri kimler olacak? Bu kampları kimler dolduracak? Ötekiler mi? Yoksa bizzat ABD vatandaşları mı ?
Amerikan Felluce Birliği’nin askeri  görevi işte böyle bir dönemde ilgi çekiyor. Çünkü Dünya uyurken Mayıs 2007’de olağanüstü önemde bir direktif yayımlandı.
Security Presedential Directive yani Başkanın Güvenlik Direktifi 51, 9 Mayıs 2007’de Başkan G.W Bushtarafından çoktan imzalandı. Bu direktif daha önce çıkanların en önemlisi. Çünkü Başkan’a Kongreyi baypas ederek Sıkıyönetim ilanı veriyor.
J.F. Kennedy bir zamanlar:
Toplumumuzun demokratik, özgür ve açık olması hedefinden hiçbir zaman dönmeyeceğiz. Bu yüzden Gizli Topluluklara ve gündemlere karşı çıkıyoruz” demişti. Ancak köprünün altından çok sular aktı. Üstelik, “Amerikan Rüyası”nın (American Dream) en önemli temsilcisi olan Başkan J.F Kennedy hunharca öldürüldü. Yoksa, Yeni Dünya Düzeni’ne karşı çıktığı için mi katledildi? Sonrakiler ve onu görenler bu Başkan Katliamından etkilenerek Küresel kliğe esir mi oldular?Amerika böyle mi satıldı?
Montana’dan bir dönem Senato’ya aday olan Stan Jonesise şöyle diyordu:
Artık gizli değil. Bu adamlar, planlı bir şekilde bizi tek ve Komünist düzene sürüklüyorlar.”
Profesör Dr. Carroll Quiegley, bir zamanlar gizli olan bu örgütü ABD Başkanı  adına araştırmış ve şöyle bir sonuca varmıştı:
Gayeleri özel ellerin kontrol ettiği ve her ülkenin politik sistemini  ve bütün olarak dünya ekonomisini güdecek tek bir dünya finans sistemi kurmaktır. Total ve sessiz bir şekilde kontrol arayışındalar.
Milenyum denilen 2000’li yıllara kadar nehrin altından çok sular aktı. Artık sözü edilen “Total Kontrol” yakın görülüyor. Şimdi sıra ABD’nin anayasasını,  ekonomik buhran ve ortaya çıkan terör ve karmaşa gerekçesiyle askıya almada.  
Anayasayı askıya alma tartışması aslında çok önce başlamıştı. Mayıs 1987’ye gidelim. Mart ayında ABD BaşkanıRonald Reagan, İran’a silah satışını televizyonlardan kesin bir dille yalanlamıştır. Ne ki, bu inkarın doğru olmadığı çok kısa bir zaman sonra ortaya çıkmıştır. Amerikan Kongresi hızla olaya el koyar ve skandalı incelemek üzere bir soruşturma komisyonu kurulur. Emekli olduktan sonra, sansasyonel haber ve yorumlarıyla ünlü Fox News televizyon kanalı için çalışan, yazdığı kitaplarla ünlenen Yarbay Oliver Laurence North, o sıraKongrede soruşturma komisyonu önündedir. Demokrat parti milletvekili Jack Brooks tarafından sorulan soruları yanıtlamaktadır. Brooks; “Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (National Security Council) askeri personeli olarak çalıştığınız dönemde, FEMA’nın ABD anayasasını askıya alacak gücü var dediniz mi?” diye sorar. Sorudan hoşnut olmayan North, yanındaki avukata ne söylemeliyim dercesine başını çevirdiğinde, Yarbay North’un itiraz girişimini farkeden Jüri üyelerinden biri oturum başkanına; “Bu konu çok gizli bir konu, başka bir soruya geçilmeli der””, Jack Brooks ise ısrarlı olarak soruyu yineler. Ancak oturum başkanı; “Bu konu çok gizli ve lütfen konunun gizli bir oturumda ele alınmasını öneriyorum” diyerek başka bir soruya geçilmesini sağlar. Böylece, ilginç bir tarihsel gerçek üstü örtülerek atlanır.
Yarbay North neden söz etmiştir? Herhangi bir gücün süper güç ABD’nin Federal Hukuku’nun üstünde olabilmesi bir şekilde imkan dahilinde midir? Haklar ve Özgürlükler (Bill of Rights) bildirisiyle tarih sahnesine çıkmış ve kısa sürede süper devlet olmayı başarmış olan ABD nasıl olur da anayasasını askıya alabileceğini öne sürebilen bir gücün tehdidi altında olabilir?
Bazı Amerikalılar şaşkın bir şekilde bu sorulara cevap ararlar ama çoğu hiç umurunda olmadan yaşar. Bugün de, ABD ve dünya, perde arkasında kalan gerçeklerden uzak yaşamaktadır. Burada yazılanları hala kötü komplo teorilerinden sayanlar çıkacaktır.  Oysa, dünya halklarının yazgısına el koyarak insanları gütmek isteyen güçlerin, “Yeni Dünya Düzeni”ni kurma yolunda, Amerika Birleşik Devletleri yönetimini ele geçirerek, ABD üzerinden dünyayı ele geçirmeye yönelik derin bir komplonun peşine düştüğü artık bir iddia veya komplo değildir.
İşte bu klik şimdi de Küresel Krizi kullanacak. Daha önce, 11 Eylül 2001 terör saldırısından yararlanmışlardı. 11 Eylül, ‘Öteki’ye saldırabilmek, onu sonsuza kadar kontrol altına alabilmek, güdebilmek, zenginliklerine el koyabilmek, küreselleşme yoluyla Finans Kapital’in etki alanını genişletebilmek, petrol endüstrisini daha da zenginleştirebilmek, silah endüstrisini ayakta tutabilmek için “hızlandırıcı ve yıkıcı bir saldırı” olarak sahneye çıkmıştı. Bu saldırı, birçok yönüyle tıpkı ABD’nin İkinci Dünya Savaşına girmesine neden olan Pearl Harbor’a benzemekteydi. Küresel ekonomik kriz de aynı gerekçeyle yine Pearl Harbor’a benzetildi. Üstelik, Japonlar ve ek olarak Çinliler oyunun bir parçası yapıldılar. Şimdi Tek para birimi ve devamında tek dünya devleti yolunda düğmeye basılmakta. Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti, daha fazla canlarının yanmaması için  Yeni Dünya Düzeni çağrısını yaptılar bile.
1991 Körfez Harekatı öncesi baba G.H.W.Bush’un açıkladığı Yeni Dünya Düzeni işte şimdi önümüze çıkan bu düzen. Irak daha o zaman  kurban seçilmişti. Yeni Dünya Düzeni, Teksas’taki malikanesinde gece gündüz içki içen ve bunalımları nedeniyle gözlerden Irak kalan oğul Bush’u, evanjelik papazBilly Graham aracılığıyla önce imana(!) daha sonra iktidara getirmişti. Billy GrahamBush’un tevbe etmesini sağlamış, ona “Yeniden Hristiyan doğuşunu” yaşatarak Hazreti İsa’nın yeryüzüne ineceği ve Tanrının Oğlu’nun iktidarının binyıl süreceği Milenyumun başladığı müjdesini vermişti. Oğul Bushbu çağı başlatacak kutlu insan ve Mesih olacaktı. Evanjelikler, “Tanrısal Mutluluk Çağı”nın arefesinde olduklarını, bu çağı başlatacak Tanrı’nın Krallığı’nın Vaad Edilmiş topraklarda kurma zamanının geldiğine inanıyordu. Billy Graham, müjdeciydi. İyinin iktidarının önünü açacak Büyük Mesih’in “O” yani seçilmiş insan George W. Bush olduğunu kulaklarına fısıldıyordu. Teksas’tan tartışmalı bir seçimle başa gelen işte böyle bir Başkandı. Bu başkan, ABD’nin gelmiş geçmiş en dindar olarak bilinen başkan olarak iktidara kanatlanmıştı. 11 Eylül saldırısı,Bush ve yandaşlarına bekledikleri kapıları açtı.   ABD halkının üçte biri kadar bir çoklukta olan Evanjeliklere göre 11 Eylül saldırısı Şeytan’ın saldırısıydı. Bush, bu saldırıya Milenyum’un Haçlı Seferi ile karşılık vereceklerini açıklıyordu. İçeride ise bir daha böyle bir saldırının olma olasılığını yok etmek için terörle savaşa “Anavatan’ın Güvenliği” olarak bilinen “Homeland Security  yasası çıkarılıyordu.
İşte bu yasa ve bir dönem Yarbay North ile özdeşleştirilen FEMA  teşkilatı da yeniden gündeme geliyor, Amerikan ulusunun terörle mücadele teşkilatı içine alınıyor.
Bugün için FEMA,  2008 resmi bütçesinde toplam 6651 personeli ve 8 milyar doları olduğu açıklanan bir kurumdur. FEMA’nın devreye girebilmesi için felaketin yaşandığı eyaletin valisi, emercensi durum ilan ettikten sonra FEMA Başkanı’ndan ve Federal Hükümet’ten resmi olarak  istek yapmak durumundadır. Ancak bunun istisnası, federal hükümete ait olan bir mülkiyete yapılacak saldırı veya benzer bir felakettir. Örneğin, 1995’te Oklohama Şehri’nde Federal Hükümete ait binaya yapılan saldırı,  2003’te Columbia Mekiği’nin yaşadığı felaket gibi.
FEMA adıyla anılan kuruluş, 1978’de “Sivil Savunma ve Felakete Hazırlık Yönetimi işlevi” aynı çatı altında birleştirilerek eyleme geçirildi. 1 Nisan 1979’da Başkan Jimmy Cartertarafından yayımlanan 12127 numaralı icra emri ile (EO (Executive Order )) FEMA şimdiki anlamıyla hayata geçti. Federal Sigorta Yönetim Birimi, Ulusal Yangın Önleme ve Yangına Karşı Savunma ve Kontrol Yönetimi, Ulusal Hava Servis Hazırlık Programı gibi birimler FEMA’ya bağlandı. FEMA’nın harekete geçtiği ilk felaket 1970’lerin sonunda New York’ta Niagara Şelalesi’ne zehirli madde boşaltımı olayı oldu. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte Sivil Savunma için ayrılan kaynakların Doğal Afetle Savaş alanına kaydırıldığı öne sürülüyor ve sivil savunmada yetersizlikler eleştiri konusu oluyordu.
Başkanların çıkardığı icra emirleri ile sorumluluk alanı genişletilen FEMA’ya en önemli yetki, 1995’te Tokyo’da metroya sarin gazı saldırısından sonra verildi. ABD’de olası bir saldırıya karşı savunma zafiyeti hisseden başkan, 1996’da çıkarılan “Kitle İmha Silahları Yasası” ile FEMA’nın, terörizmle savaş yetkisini genişletti.
FEMA’nın bütünüyle sahneye çıkması 11 Eylül 2001 olayı ile oldu.   11 Eylül ile anavatanında terörizmin hedefi olan ABD, 2002 yasası ile hızla “Homeland Security” yani Anavatanın Güvenliği yasasını çıkarıldı. Bu yasa ile “Department of Homeland Security-DHS”, “Anavatanın Güvenliği Bakanlığı” kuruluyordu. Böylece, farklı federal birimler arasında daha iyi eşgüdüm kurulması amaçlanıyordu. 2003 yılında FEMA, yasanın gereği olarak DHS’ye alındı. Yeni logoda, “A Nation Prepared- Hazırlıklı Ulus” yer almıştı.
2005’te yaşanan Katrina Kasırgası’nda beklenen oldu. Yaşanan başarısızlığın nedeninin, son dönemde FEMA için ayrılan fonların terörle savaş alanına kaydırılması olduğu öne sürüldü. Aslında FEMA’nın başarısız olmadığı, zenci ağırlıklı New Orleans eyaletine bilinçli olarak önem verilmediği ileri sürülmüştü. ABD’de sık yaşanan doğal afetlere karşı korunmada etkinliği bu kadar tartışılan bir kurumun 11 Eylül sonrasında Neoconlar tarafından terörizme karşı birden bire üst düzeyli hazırlık, örgütlenme ve yetkilendirme gerektiren bir sorumluluk üstlenmesi çok ilginçti. Ancak bir gerçek vardı. Olağanüstü hal yönetimi (Emergency Management) veya Sıkıyönetim yasası (Martial Law) söz konusu olduğunda,  ABD ordusu da devreye girecekti. Olağanüstü halde Başkan yetkileri ele aldığında, 6 ay boyunca Kongre yorum yapamayacak ve ordu “Başkanın ordusu” durumuna gelebilecekti. Bütün bunlar olası olaylara müdahale edebilmek için kurumlararası eşgüdümün sağlanmasında zorunlu gibi görülebilir. FEMA’yı savunanlar, liderlere suikastten, sivil ve askeri yerleri sabotaj ve/veya saldırıdan korumak için böyle bir yasanın ve kurumun gerekli olduğuna sığınmaktadırlar.
Ne ki FEMA’yı küçümsememek gerekmektedir. Çeşitli dönemlerde görev yapan başkanların icra emirleriyle  FEMA’ya sağladığı bir kısım önemli yetkileri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
EO 10990; Otoyolların ve limanların kontrolu ve her türlü ulaşım ve nakilin üstlenilmesi,
EO 10995; İletişimin ve Medyanın ele alması ve kontrol altına alınması,
EO 10997; Hükümetin tüm elektriksel gücü, gaz, petrol, akaryakıt ve madenlerin kontrolunu ele alması,
EO 10998; Yiyecek kaynakları, tarla ve çiftliklerin üstlenilmesi,
EO 11000; Sivilllerin hükümet kontrolunda çalışma grupları şeklinde örgütlenmesi,
EO 11001; Hükümetin bütün sağlık, eğitim ve refah işlevlerinin hükümetin ele alınması.
Görüldüğü gibi bu kurum olağanüstü hal durumunda;
a.                Kanunları askıya alabiliyor,
b.                İnsanları göç ettirebiliyor, yerlerinden edebiliyor,
c.                İnsanları gerekçe göstermeden tutuklayabiliyor ve göz altında tutabiliyor,
ç.      Yiyecek ve içecek kaynaklarına el koyabiliyor,
d.      Ulaşım araçlarına el koyabiliyor.
Ve en önemlisi tıpkı Yarbay North’ un açıkladığı gibi
ABD Anayasası’nı ve Haklar Yasası’nı (Bill of Rights) askıya alabiliyor.
Küresel ekonomik krizin alevlendiği bu kritik dönemde yetkiler, artık Başkanın kaleminin ucundadır. ABD anayasasını askıya alabilecek böylesi bir yetkinin başkanların eline geçmesi, 1979’dan sonra yaklaşık 30 yıllık bir süreçteBaşkanların yayımladığı İcra Emirleri (Executive Orders-EO) ile gerçekleşmiştir.
FEMA’ya bu denli yetki verilmesi çok ilginç değil mi? Bu geniş yetkiler,  Jimmy Carter dahil  sonra gelen ABD Başkanları ve özellikle de kendisinin Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanan, 11 Eylül 2001’den sonra “Haçlı Seferleri”ni başlatanGeorge W.Bush gibi başkanların  icra emirlerinin verilmesi için Kongre ya da Senato devrede değil!  ABD’yi kıskıvrak kontrol altına alabilecek güce sahip olabilmek için sırayla iktidar olan başkanların icra emirleri yeterli olmuş! Bu icra emirlerinin anayasal olup olmadığı ise bundan böyle çok önemli değil!
Çünkü FEMA bütün bu gücü ABD Silahlı Kuvvetleri desteğinde kullanabilecek. Bunun için ordunun olağanüstü hal için hazırlıkları var. Gizli Rex 84 Tatbikatı, daha 1984 yılında ABD’de olası bir iç ayaklanmayı bastırma provası olmuştu.
Ordu, daha o zamandan bir şekilde olağanüstü hal yetkilendirmesi için iç ayaklanmalara hazırlık yapmıştı. Ordu, sivil mahkumları nerelerde tutacağını ve ne tür bir sistem uygulayacağını planlamıştı bile! 14 Şubat 2005’de Kara Kuvvetleri tesisleri dahilinde sivil mahkum kamplarının kuruluş rehberi olarak kullanılan bir talimat olan “Army Regulation 210-35”i internette yayımlanmıştı.
Özetle; İkinci Dünya Savaşı’nı anılarından silen dünya milletleri için neoconların alet olduğu Yeni Dünya Düzeni bir tür faşizm örneği olma yolunda ilerliyor! Küresel Neofaşizm Çağı’na giriliyor.
ABD’nin büyük bir komplonun güdümünde ve yanlış yolda olduğu,
11 Eylüllerin ABD işgalleri için bir meşruiyet arayışı olduğu, ABD’nin 20nci ve 21nci yüzyıldaki müdahalelerinde benzer bağlantılar bulunduğu,
Başkan John Fitzgerald Kennedy’i de aynı zihniyetin ortadan kaldırdığına inanılırsa,
Yeni projenin özgürlükçü liberal söylemi yayarak dünyaya barış ve huzur getirmek yerine radikal bir uluslarüstü sistemin esaret sistemini egemen kılma yolunda bir darbe olduğuna inananlar yönetimleri ele geçirirse,
Ötekilerin ve öteki sayılanların terör eylemleri ile ABD işgallerinin öcünü almak isteyen aşırıların saldırı istekleri yaşama geçerse, hatta bu tarz eylemlerde bile para ve çıkar peşinde yolsuzluğun tadına varan yöneticiler, İran Gate olayında olduğu gibi ulusal davaları bir kenara atarsa ve
İsrail’in arkasındaki duvar yıkılırsa,
Bugünkü ABD küresel güvenlik stratejisinin filozof babası Samuel Huntington’un “Who are we?” yani “Biz Kimiz?” şeklinde sorgulama yaptığı kitabındaki;  “zencilerin ve hispaniklerin çoğalmaları ve yönetimi ele almaları” öngörüsü gerçekleşirse,
Küresel Kriz hiper enflasyon ve dev boyutlu işsizlik getirirse,
ABD’de ve dünyada ağır ekonomik bunalım çıkarsa,
Yoksulluk dayanılmaz boyutlara ulaşırsa
 Ne olacak?
Şimdi sıkı durun!  Yeni Dünya Düzeni böyle olasılıklar nedeniyle tehlikeye düşerse  Direktif 51 yayımlanacak! Öncelikle, ABD Anayasası askıya alınacak. “Demonkrasi” tarikatının üyesi olan yöneticilerden ve müritlerden kim yönetimdeyse o devreye girecek. Medya’da, iş dünyasında, bilim dünyasında kim varsa destek verecek. Ordu da zaten FEMA’nın emrinde olacak! Halk ise itaat etmek dışında çok şey yapamayacak. Olağanüstü hal durumu ilan edilecek. Doğal olarak FEMA devreye girecek ve 6 ay gibi bir süre Olağanüstü Hal Yasası (Martial Law) gereği Kongre bu tek taraflı girişimi görüşemeyecek.
Bu haksız gelişmelere isyan edenler çıkarsa, parasını yeniden değerli kılmak isteyen ABD’nin yaratabileceği küresel kaosa beklenmedik ölçüde itiraz gelirse, yaratılan ağır bir ekonomik bunalıma güçlü bir direniş gelirse ne olacak?
Direktif 51’i Mc Cain mi yoksa Barack Obama mı hayata geçirecek?  
Peki çözüm nedir?
Bilge Sun  Tzu Savaş Sanatı (Sunzi Bingfa) adlı klasikleşmiş strateji eserinde şöyle diyor:
 “Hükümet galeyana gelip orduyu seferber etmemelidir, askeri liderler öfkeye kapılıp savaşa yol açmamalıdırlar. Kızgınlık sevince, öfke neşeye dönüşebilir, fakat yıkılmış bir ulus varedilemez ve ölüler yaşama döndürülemez. Aydın bir hükümet bu konuda dikkatli, iyi bir askeri lider ise tedbirlidir. Ulusu güvence altına almanın ve Silahlı Kuvvetleri bir bütün olarak korumanın yolu budur”.
Bir zaman Yedi Düvele meydan okuyan Milletimizin Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk ise 1934’de şöyle diyor:
“Kendilerine bir Milletin tarihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve işgal etmek, o memleketin sahiplerine hakim olmak için kafi değildir. Bir milletin ruhu zabt olunmadıkça, o millete hakim olmanın imkanı yoktur
Ben de soruyorum;
Ruhumuz da zapt edildi mi?


27 Ekim 2008 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder