17 Ocak 2011 Pazartesi

Satranç Tahtası’nda Büyük Oyun Ve Türkiye Hamlesi



Satranç Tahtası’nda Büyük Oyun
Ve Türkiye Hamlesi
Kemal Evcioğlu
(E) Dz.Müh.Yb
Uluslararası İlişkiler Uzmanı

                  Türkiye, Kafkaslar üzerinden yeniden inşa edilen Soğuk Savaş’ın hedef ülkelerinden biridir. Bu savaşta pasif duruş sergilemek toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atabilecektir. Yeni Soğuk Savaş, ABD ve RF ekseninde dünyayı sıcak savaşa götürebilecek riskler içermektedir.

                  Balkanlarda, Kafkasya’da ve Orta Asya’da önceki Soğuk Savaş sonrasında Batı emperyalizminin hedefi olan Rusya Federasyonu, aslında bağımsızlık için ayaklanan Çeçenistan Cumhuriyeti gibi özerk cumhuriyetlerden oluşan bir asimetrik federasyondur. Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını kabul ederken kendisinin de kırılgan bir yapıya sahip olduğunun farkındadır.

                  RF, Kosova’da alay edilmiş duruma düşmenin, Balkanlarda yenilmenin sıkıntısı içindeydi. Kafkasya’da Gürcistan’ı etkisizleştirdiği Beş Gün Savaşı sonrası gelişmeler, Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını gündeme getirmiştir. Yeni Rus Devlet Başkanı Dimitriy Medyedev, “insanların yaşamını kurtarmanın tek yolu bağımsızlıklarını tanımaktırSoğuk Savaş’tan korkmuyoruz” şeklindeki açıklamasıyla Soğuk Savaş’a vurgu yapmıştır. RF tarafından 25 Ağustos 2008 günü yapılan tarihi açıklamada, “Eğer ABD, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yı içeren Füze Kalkanı projesine son vermezse buna askeri önlem almayı düşünürüz” denmiştir. Gerekirse bir sıcak çatışma olasılığının masanın üstüne konacağı mesajı verilmiştir.

                  Gürcistan’ın Rus ve Amerikan tuzağına düştüğü Brezinski’nin Satranç Tahtası’nda yeni Büyük Oyun oynanmaktadır. Yirminci yüzyıl başında yaşanan önceki oyunda İngiltere ve Çarlık Rusyası rol almıştı. Yeni oyunda ise RF ile ABD rol almıştır. Gürcistan, Amerikan desteği ile yaptığı Güney Osetya hamlesinde bir piyon gibi kullanılmıştır. Bununla birlikte, Gürcistan-RF meselesi bölgesel sınırların ötesine uzanmıştır. RF ile Beş Gün Savaşı’nın sonunda ortaya çıkan en önemli ders, “Soğuk Savaşa dönüş ve Amerika Birleşik Devletleri’nin tek kutupluluğun sonu”dur. Savaşın verdiği “Derin İşaret” ise Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıç aşamasında bulunmakla ilgilidir. Kafkaslardan Karadeniz’e uzanan, oradan Güney’e inerek Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğusu ile İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrail’i içine alan hatlar giderek daha kırılganlaşmaktadır. Bu fay hatları, Üçüncü Dünya Savaşı’nın fay hatları olarak görülmektedir.
          
                  ABD’nin Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısını önceden bildiği değerlendirmesi ışığında, RF-Gürcistan sorununu iktidardaki ABD hükümetinin çıkarları açısından incelemekte yarar vardır. ABD Başkanlık seçimlerine çok kısa bir süre kala son bir hamle yapan neocon şahinler Gürcistan’ı kullanarak RF üzerinden Amerikan Kamuoyuna, İran üzerinden daha önce vermek isteyip veremedikleri gecikmiş bir mesaj vermişlerdir. RF sayesinde, “küresel güvenlik gereksini”minin ve bu bölgelerdeki Amerikan çıkarlarının yaşanmakta olan ekonomik krizin bile önünde geldiği mesajı ortalama Amerikalıyı yeni Başkanın seçimi yönünde etkileyecek, ABD’nin, İsrail’in ve müttefik Avrupa’nın savunmasını yeniden inşa etmek yolunda olan başkan adayına oy vermeye yönlendirebilecek, yeni başkanın eline de “agresif Amerikan projelerini uygulama imkanı” verecektir. Çünkü, Mc Cain, seçilirse üçüncü Bush döneminin başlayacağını söyleyenler vardır. ABD, bu mesajı aynı zamanda Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan topluluklara da göndermiştir. Özellikle, SSCB bakiyesi Doğu Avrupa ülkeleri RF’nunun son çıkışını faşizme dönüş olarak görmekte ve çekinmektedirler.

                  Ne var ki RF durduk yerde kükretilmemiştir. RF’nun satranç tahtasında Kosova sonrası düştüğü duruma bağlı olarak, kendisine yönelik hamleye nasıl karşılık vereceği önceden kestirilen bir konudur. RF’nun bundan sonra neler yapabileceği de aşağı yukarı kestiriliyor. Kestirilemeyen, bir emperyal gücün sahip olması gereken kültürel, ekonomik, teknolojik ve askeri güce sahip olan ve bu güçle hedeflediği bölgelere saldırabilecek tek devlet olarak görülen ABD’nin hamleleridir. ABD, hedeflediği bu bölgeleri halihazırda askeri boyut haricinde ekonomik ve kültürel işgalle önceden etki altına almıştır. Brezinski’nin “Satranç Tahtası”, ABD’nin 21nci yüzyıldaki bu yeni hamlelerini kestirebilmek için rehberdir. Ünlü CFR uzmanı ve eski güvenlik danışmanı Zbigniew Brezinski Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında 20nci yüzyıl sonlarında dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’nin, 21nci yüzyılda bu üstünlüğünü koruması için izleyeceği stratejileri ortaya koymaktadır. Bu kitap, bugün Karadeniz’de ve Kafkasya’da olanlara da ışık tutmaktadır.

                  “Büyük Satranç Tahtası”; dünya nüfusunun yoğunluğuna, doğal zenginliklerinin ve ekonomik eylemlerin etkinliğine göre dünyayı dört ana bölgeye ayırmıştır.

                  Avrupa, Rusya, Orta Asya ve Doğu Asya.
                  ABD’nin bu bölgelerle geliştirmesi gereken ilişki biçimi “Büyük Satranç Tahtası”nda incelenmektedir. Buna göre ABD’nin ana amacı, tek kutupluluğu kalıcılaştırmak hedefiyle kendi yapılandırmak istediği Pax Americana (Amerikan Barışı) sistemini kurmak ve “Tüm dünyada ABD’nin çıkar ve gönencini tehdit edecek bir süper gücün rakip olarak ortaya çıkmasını engellemektir.” Bu iddialı hedefi destekleyecek gücü oluşturmak için ise müttefik olarak kendisine Avrupa’da Avrupa Birliği’ni, Asya’da Japonya’yı ve mümkün olursa Çin Halk Cumhuriyeti’ni seçmektedir. Bundan böyle, ABD, geçici ve süresi belli olmayan dinamik ittifaklar kurarak çıkarlarını elde etme yolunda ihtiyaç duyduğu taktikleri belirleyecek ve gerekirse eski müttefiklik ilişkilerini de hiç kuşku duymaksızın tehlikeye atabilecektir. ABD’nin, 11 Eylül sonrası Orta Doğu’da Irak’ın işgali sürecinde şekillendirdiği yeni müttefiklik konsepti bu ana amaç doğrultusunda İsrail Devleti hariç geçici müttefiklik esasına göre yapılandırılmıştır. ABD’nin geçici müttefiklik ilişki sistemini içeren yeni Satranç Tahtası’ndaki projesi ise 11 Eylül sonrasında yaratılan yapay uluslararası hukuki zeminde ortaya attığı Büyük Orta Doğu Projesi, bir başka deyişle “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi”dir. 

                  ABD, 21nci yüzyıldaki rakibini Avrasya’dan beklemektedir. ABD, Soğuk Savaşı kazandığındaBrezinski’ye göre yalnız ülke konumundan, dünya çapında ilk ve gerçek bir güce dönüşmüştür. Prof. Dr.Francis Fukuyama’da bu görüşü desteklemiş ve “Tarihin Sonu” tezini ortaya atarak bugün ABD’yi çöküşe götüren stratejiyi inşa eden şahin neoconları sevindirmiştir. Ne ki ortaya çıkan gelişmeler, beklenenin aksine ABD’nin yeryüzüne egemen olmasının imkansız olduğunu ortaya koymuştur.Fukuyama, bu gerçeği görmüş olacak ki bir süre sonra da “America at the Crossroads” adlı yapıtıyla Amerikanın küresel oyun seçiminde hegemonya idealini bırakması gereken yol ayrımına geldiğini öne sürmüştür.

                  Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, ABD ile girmiş olduğu yarışı ekonomisinde durgunluk ve gerileme nedeniyle terketmişti. Irak işgali sonrası benzer durum ABD’nin başına gelirken ülkede yeniden bir durgunluk söz konusudur. ABD’de “mortgage” olarak bilinen krizin yayılarak doların egemenliğini tehdit eder hale gelmesi, birçok işletmenin ardı ardına milyarlarca dolar zarar açıklaması, bankaların kapanması, bu krizin daha da derinleşeceğini göstermiştir. Öte yandan dolarla yayılan finansal virüs küreselleşmeye yönelmiş dünya ülkelerinin ekonomilerini zorlamaktadır.

                  ABD, Başkan Bush kabinesinin döneminde gerilemiştir. Eskiden olduğu kadar da sözü dinlenmemektedir. ABD, Brezinski’ye göre küresel gücün dört önemli üstünlüğünü elinde tutmaktaydı. Askeri, ekonomik, kültürel, siyasal güç. Bunların önemli bölümünü, stratejik zihniyet eksikliği nedeniyle yitirdi. Çünkü milli gücün en önemli çarpanlarından biri olan stratejik zihniyetin neocon yönetiminde sıfıra yaklaşması, ABD’nin toplam milli gücünü de ne kadar yüksek görünürse görsün sıfıra götürdü. Düşük değerlikli stratejik zihniyet, ABD’nin gerilemesinin önünü açtı.

                  ABD’nin şimdiki gerilemesine rağmen henüz bir güç tarafından tek başına tehdit edilememektedir.Mesela, Japonya ve Almanya Federal Cumhuriyeti’nin yalnız başına dev ekonomik güç olmalarına karşın ABD’nin küresel egemenlik projesini tehdit etmelerinin mümkün olmadığı görülmüştür. ABD’ye göre yükselen BRIC (Brezilya, RF, Çin ve Hindistan) gibi güçlerin de eksiklikleri bulunmaktadır. Ancak, ABD Irak ve Afganistan işgalleri sonrası tüm dünyada önce prestij ve sonra da güç yitimine uğramış, sonrasında Asya’da ve Latin Amerika’da Satranç Tahtası’nda beklenenin ötesinde bir işbirliği düzeyi ortaya çıkmıştır. Bu durum, “Büyük Orta Doğu Projesi” tasarımının ve dünya meselelerine bakış açısının eksikliğini gösterirken, yüksek bir teknolojik gelişmişlik düzeyinde bile ABD’nin küresel egemenlik ve etki ilişkilerini kestirmekte zayıf kalabildiğini ve rakiplerini azımsadığını göstermektedir.

                  ABD ağırlığını olanca gücüyle Avrasya’ya vermektedir. Büyük Orta Doğu bölgesindeki egemenliğini dünya egemenliği için kilit görmektedir. Dünya nüfusunun % 75’i Avrasya’da yaşamaktadır. Bu bölge enerjik ve girişimcidir. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri açısından dünyanın en zengin bölgesidir. Avrasya, Dünya GSMH’nın    % 60’ını içeren bir alandır. Bilinen dünya enerji kaynaklarının ¾’ünü kapsamaktadır. Askeri harcamalar açısından ABD’den sonra, ekonomisi ve askeri silahlara en fazla para harcama açısından en büyük altı devlet bu bölgededir. Dünyanın bilinen nükleer güçleri yine bu bölgededir. ABD’nin tek kutuplu dünya egemenliği projesine karşı koyma konusunda hemfikir olan, Şangay İşbirliği Örgütü ile işbirliğini geliştiren, bölgesel hegemonya ve küresel etki peşinde koşan dünyanın en yoğun nüfuslu iki ülkesi olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti de bu bölgededir. Bu yüzdendir ki Amerika’nın politik ve/veya ekonomik liderliğine meydan okuyan yer Avrasya’dır. Avrasya çıkıştadır.

                  Brezinski’ye göre Türkiye Avrasya Satrancında önemli bir jeopolitik eksen üzerindedir. Türkiye, Karadeniz Bölgesini dengelemekte, Karadeniz’den Akdeniz’i geçişi kontrol altında tutmakta, Rusya’yı Kafkaslar’da dengelemekte, köktendinciliğe karşı panzehir görevi görmekte ve NATO için güneyde bir güven kaynağı oluşturmaktadır. Ne ki Avrupa Birliği sisteminden uzak kaldığından giderek RF, Çin ve İran etkisine gireceğinden korkulmaktadır. ABD, bunun suçunu Fransa’yı yöneten Sarkozy’ye atmaktadır.

                  Brezinski’nin Amerika Birleşik Devletleri’nin “Grand Stratejisi”ne etki eden ilkeleri üzerinden sahnelenen yeni Büyük Oyun’da 2001’den bu yana 7 yıl geçmiştir. Afganistan, yedi yıl önce olduğundan belki daha çok çıbanbaşıdır. Afyon, ekonomide %50’lik bir yer edinmiştir. Afganistan eski SSCB için olduğu kadar ABD ve koalisyon güçleri için deTaliban egemenliğinin giderek yükseldiği dengesiz bir ülke olmuştur. ABD, Pakistan’ı Taliban ve el Kaide konusunda günah keçisi olarak görmektedir.Bu yüzden, Pervez Müşerref’i iktidardan düşürürken sınır güvenliğini El Kaide ve Taliban militanlarına karşı savunamama, köktendinciliğe karşı gerekli önlemleri alamama gerekçelerini bahane etmiştir. ABD, bu meseleler üzerinden Pakistan’daki oyunu sürdürecektir. Pakistan tıpkı Sözde Kürdistan gibi icat edilmiş bir ayrılıkçı Belucistan ile uğraşmaya ve iç sorunları ile boğuşmaya devam eden istikrarsız bir ülke olma yolundadır. 

                  ABD, beş yıldır işgali süren Irak’ta da bataklıktadır. ABD, gücünün bölüneceği ve giderek kısır döngüler içinde güç yitireceği bir yola girmiştir. İran ile geçici ittifak arama peşinde önceleri Şiileri kollarken şimdi de Sünnileri destekleyen politikalar izlemektedir. Irak’ın Kuzey’inde yapay devletin güçlenmesi ve palazlanması sürecine de destek vermektedir. Kısacası Orta Doğu’da kanama durmamaktadır.

                  Birleşmiş ve de daha bağımsız bir Avrupa isteyen ABD, Avrupa’nın politik ve ekonomik yönden bütünleşmesine taraftardır. Bununla birlikte, AB’nin askeri açıdan ve dış politika yönünden kendi güdümünde kalmasına oynamaktadır. Fransa’daSarkozy’nin, Almanya’da Angela Merkel’in iktidarı ele getirilmesiyle birlikte, Rusya Federasyonu’nun da kısıtlamacı enerji politikalarının baskısı altında yeniden Amerikan etkisine giren bir AB ortaya çıkmıştır. Almanya ve Fransa arasındaki gizli çekişme, Almanya’nın eski doğu bloku ülkelerindeki nüfuzunun artmasının verdiği rahatsızlıkla,Sarkozy’nin Fransa’sını ABD’yle daha çok işbirliğine itmiştir. Fransa, NATO’nun askeri kanadına dönmüştür. Resmen 2009’da açıklanacak bu dönüş Fransa’nın AB zemininde yitirdiği nüfuzu Anglo Sakson ilişkileri ile dengeleme isteğini göstermektedir. AB, bir siyasal birlik olma yolunda önemli yol almış olmasına rağmen bu birliği gerçek birlikteliğe dönüştürememiştir. Avrupa Birliği’nin doğu sınırı ile NATO’nun doğu ön hattını eş sınır yapmayı benimseyen ABD, RF’nunun Gürcistan ile savaşına kadar Avrupa Birliği’ni kendi istekleri doğrultusunda sürüklemeyi başarmıştı. Bununla birlikte Orta Avrupa milletlerinin hem AB’ye hem de NATO’ya kabul edilmesi yönündeki gittikçe büyüyen konsensüs, Gürcistan ve Ukrayna’nın statüsünün görüşüldüğü 2-4 Nisan 2008 Bükreş Zirvesi’nde bozulmuştur. Zaman zaman su yüzüne çıkan görüş ayrılığı, NATO’daki alışılmış insicamın risk altında olduğunu ortaya koymuştur. Almanya ve Fransa, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye olmalarına karşı çıkmıştır. Rusya Federasyonu, Ağustos 2008 sonunda Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını açıklarken NATO’daki sözkonusu görüş ayrılığını kullanmıştır. RF, Yeni Soğuk Savaş’a meşruiyet getirdiği Gürcistan Savaşı ile oluşan yeni küresel güvenlik sisteminde bu durumdan yararlanmıştır.

                  SSCB çöktükten sonra spekülatör George Soros’un eski Doğu Bloku ülkelerindeki çalışmaları, Satranç Tahtası’ndaki bu ülkelerin emperyalizmin etki alanına girmesine destek vermişti. RF dahil borç tuzağına düşürülen devletler içeriden tek tek teslim alınmıştı. Gelişmekte olan ülkelere ekonomik yardım gerekçesiyle borç tuzakları yaratan emperyalizm, borç tuzağına gönüllü olarak başını uzatan Türkiye’den başka müşteri kalmayınca, öte yandan Asya ile Latin Amerika’da kopmalar başlayınca küresel ekonomik savaşta kaybetmeye yüz tuttu. RF’nun parçalanması konusunda geç kalmış olan emperyalizm, Avrasya güç projeksiyonunu iyi uygulayamamıştı. Bu noktada, Türkiye’ye yeterince önem verilmemesinin ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünün gereksiz yere hedefe alınmasının önemli bir yeri vardır. Birtakım güçlerin Orta Doğu özlemlerine engel olamamak, ABD’nin sonunu getirebilecek dinsel bağlantıların Amerikan devletini ele geçirmiş olması, bu bağlantıların Amerika’ya lazım olan ittifakların bile üstünde olduğunu ortaya koymuştur. ABD, şimdi de Avrasya stratejisinde tereddüt yaşamaktadır. Tereddüt ise kaybetmekle eş anlamlıdır. Böylece, Rusya güçlü olma yolunda elini serbest bulmuştur.

                  Brezinski, Büyük Satranç Tahtası’nda Türkiye ve İran’ın kaos durumuna sürüklenme olasılığını da araştırmaktadır. Buna göre, Türkiye ve İran’daki iç gerginlikler, hem ABD’yi hem de uluslararası topluluğu, en son eski Yugoslavya’da krize benzer bir zorlukla karşı karşıya bırakılabilecektir. Bu beklentinin ardında Türkiye ve İran’ı bölme arayışı bulunmaktadır.

                  Öte yandan İsrail-İran eksenindeki sorun gelecekteki sürpriz denge değişiklikleri için potansiyeldir. Görünüşte bölgesel bir güç olan gerçekte küresel güçlere etki eden İsrail’in kaygısı İran’dır. 2008 sonunda İran’ın nükleer tesislerinin çalıştırılması konusunda İran’a RF’ndan gelen destek hayatidir. RF ve İsrail ilişkileri de İran-İsrail Sorunu’nda önemli etkileri olabilecek düzeydedir. İsrail, ne pahasına olursa olsun İran’ı etkisizleştirme stratejisini benimsemiş görünmektedir. Bu maksatla, savaş da dahil çeşitli yöntemleri deneyebileceği beklenmektedir. İsrail’de yayımlanan Arit Şeba gazetesi, Temmuz 2008 sonunda Mahmut Ahmedinejat’ın suikastle ortadan kaldırılması gerektiği, böylece ortaya ne tip tepki çıkarsa çıksın onsuz nükleer sorunun daha kolay çözüleceği gibi doğrudan suikast öneren bir haber yayımlamıştır.ABD, egemenliğini sürdürebilmek için İsrail’e koşulsuz destek vermekte ve gerektiğinde girebileceği sıcak savaşları göz ardı etmemektedir.

                  Bütün bu gerilimler görüldüğü üzere yazının başında yer alan Üçüncü Dünya Savaşı fay hattının üzerinde ve civarında yoğunlaşmaktadır. Çin’in Amerika ile uzlaşmasının ise iyi sonuçları olabileceğine işaret edilirken, Brezinski’ye göre en tehlikeli senaryo, Çin, Rusya Federasyonu ve belki de İran’ın koalisyonu yani, “anti hegemonyacı”, ideolojik olarak olmasa da birbirini bütünleyici bir zincirin birleşmesi senaryosudur. ABD’nin küresel saldırısı bu tehlikeyi gerçek kılmıştır. Nitekim Avrasya’da korkulan olmakta Çin-Rus bloğu oluşmaktadır. RF ve Çin liderlik konumu tartışmasını bir başka döneme erteleyerek ABD’ye karşı Şangay İşbirliği içinde önemli bir blok oluşturmuş görünümündedirler. Ne ki Şangay İşbirliği, ABD emperyalizminin hedef aldığı İran’ı içine almak ve korumak konusunda henüz yeterince duruş göstermemektedir. Ayrıca son dönemde Çin’e Irak petrollerinden pay teklif edildiği meselesi dikkat çekicidir. Öte yandan Amerika’nın beklediği olmamış, Rusya Federasyonu emperyal geçmişiyle ilişkisini kesmemiştir. Rusya Federasyonu, genişleyen Avrupa’nın Amerika’yla olan politik ve güvenlik bağını ve özellikle Ukrayna’nın bağımsızlığını kesinlikle reddetmektedir.

                  “Balkanlar” sözcüğü etnik çelişkiler ve büyük güçlerin bölgesel rekabetini çağrıştırdığından.Brezinski’ye göre, Avrasya’nın da bir “Balkanlar”ı bulunmaktadır. Öyle ki bu alandaki Balkanlar çok daha geniş, daha kalabalık ve hatta dini ve etnik olarak daha heterojendir. Küresel planda istikrardan hep uzak kalmış bu geniş coğrafya üzerinde Büyük Oyun sürmektedir. Avrasya Balkanları jeopolitik olarak çok büyük önem taşımaktadır. Avrasya Balkanları bir jeoekonomik zenginlik alanıdır. Avrasya Balkanları; Rusya Federasyonu, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Afganistan’ı içine almaktadır. Bunlara eklenebilecek ülkeler Türkiye ve İran’dır. Bu ülkeler, etnik çelişkilere sahne olan duyarlı bölgelerdir.

                  Brezinski’nin Satranç Tahtası’nda ayrılıkçı Kürtler için biçtiği oyun şimdiden sahne almıştır bile. Bakın ne diyor: “Türkiye’nin doğu bölgesinde yoğunlaşmış olan Türkiye’li Kürtler, İran’lı ve Irak’lı Kürtler tarafından, artan bir şekilde bir ulusal bağımsızlık kavgasının içine çekilmişlerdir. Türkiye’nin genel yönetimini ilgilendiren herhangi bir iç huzursuzluk, şüphesiz Kürtlerin ayrı bir milli statü için, daha kanlı bir şekilde hareket etmelerine yol açacaktır.” Burada görüldüğü üzere olaylar kendiliğinden çıkmış, hiç öncesi yokmuş, hiç manüplasyon yokmuş gibi bir zehirleme yapılmaktadır. ABD’nin ve İngiltere’nin bölge üzerindeki tarihsel emelleri ve kuruluşundan sonra AB’nin vermiş olduğu destek her zaman olduğu gibi perde arkasında bırakılmaktadır. Doğal olarak; “biz emperyalistiz ve çıkarımız gerektirdiği sürece ülkeleri parçalama hedefimizi acımasızca uygularız” diyememektedirler.

                  Karadeniz’in yakında Ukrayna üzerinden ısınacağı beklenmektedir. Ukrayna, BDT’nin geleceğindeki yerini gözden geçirirken Rusya’ya bağımlılığını azaltacak enerji kaynaklarına ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda; Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan ile yakın ilişki arayışı Kiev için önemlidir. Ukrayna Gürcistan’ın batıdaki Azeri petrol ihracatı hattı üzerinde olma çabalarını desteklemektedir. Bu açıdan Ukrayna, aynı zamanda Rusya’nın Karadeniz’deki etkisini zayıflatmak amacıyla Türkiye ile işbirliğine girerek Türkiye’nin Orta Asya’dan Türk terminallerine doğrudan petrol akıtma çabalarını desteklemektedir. Oysa, Karadeniz’e sızma isteği olan ABD ile karşı karşıya gelme olasılığı, Türkiye için enerji hatlarından sağlayacaklarının emperyalizmin tehdidi altında varlığının sürmesinden daha önemli olamayacağı mantıksal yaklaşımı ile RF-Türkiye işbirliği şimdiki dönemde Karadeniz’de uygun stratejik seçenek olarak görünmektedir.

                  ABD, Orta Asya’nın geleceğini karmaşık bir sistem yani kaos içinden çıkarma arayışındadır. Gürcistan ile başlayan satranç hamlelerinin devamında Türkiye ve İran’ın masada olduğu açıktır. Rusya, Türkiye, İran ve Çin’in kendi aralarındaki çıkar çatışmalarını bekleyen ABD, son dönemde bu ülkelerin aralarında işbirliği sağlayabilecekleri esnekliğini de görmektedir. ABD, yine de kendi yasallığını kendi yaratan bir tirani anlayış içinde bölgede rakip bir gücün ortaya çıkmasını engelleyeceğini ummaktadır.

                  Brezinski’nin Satrançtaki en önemli hatası Türkiye değerlendirmesidir. ABD, İran ve Türkiye’den ikisinden birisinin, ya da ikisinin birden istikrarsız hale dönüştürülmesinin bölgenin iç sorunlarını kontrol edilemez hale getireceği ve böylece Rusya’nın bölgesel egemenlik çabalarının boşa çıkacağı beklentisine yönlendirilmektedir. Halbuki Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması için destabilizasyon politikası uygulamak en büyük yanlıştır. Türkiye dengesizleşirse, Batı tüm avantajlarını yitirecektir. Çünkü, Türkiye’nin dengesizleştirilmesi bir dünya savaşını engelleyen dengeleri yerinden oynatacaktır. Brezinski gibilerin sayesinde, İran ve onun yanında Türkiye’nin tehdide karşı işbirliği amacıyla RF ile aynı safta yer almanın önü açılmaktadır.

                  Birileri ABD’nin, İran ve Türkiye’nin jeopolitik konumlarını istikrarsızlığa açık görmesini istemektedir. Eğer bu iki ülke istikrarsızlığa düşerse, büyük bir olasılıkla bütün bölge büyük bir karmaşaya itilecek etnik ve bölgesel çatışmalar kontrolden çıkıp, zaten duyarlı olan dengeler ciddi bir şekilde bozulacaktır. Brezinski, bu ülkelerin içten yıpratılma sürecinin işletilmesini işaret etmek için Türkiye içindeki görüş ayrılığını örnek vermektedir. Buna göre; eskiden bir imparatorluk olan Türkiye, yeni kimliğini bulma sürecinde, üç ayrı yöne doğru çekilmektedir; modernistler ülkenin batıya dönük bir Avrupa ülkesi olmasını, İslamcılar güneye dönüp Orta Doğu ve Müslüman topluluğa dayanmasını ve tarihsel düşünceleri olan milliyetçiler doğuya dönüp Hazar Denizi Havzası’nın Türk halkını kapsayan ve Orta Asya’daki güçlü bir Türk devleti oluşmasını istemektedirler. Bu üç vektörü farklı yönlere çekerseniz Türkiye kımıldayamaz hale gelir. Bu üç unsurun sahtesini yaratmak da geçim derdine düşmüş Anadolu Halkı için en güzel politik aldatma olur. Son yıllarda Türkiye’ye iç karışıklık ve cehennem ortamı yaşatan gelişmelere ve olaylara bir de bu yönden bakmalıdır.

                  ABD açısından İran ve Türkiye’nin parçalanmama olasılığını içeren bir de B planı var olabilir. Ancak, RF’ nun istikrarını bozma arayışı içinde bu B planından da geri dönmenin zor olmadığı aşikardır. ABD’nin ara sıra İran ve Türkiye ile ısıttığı ilişkiler işte bu B Planı’nın parçalarındandır.

                  Öte yandan 19ncu yüzyılda ve 20nci yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğunu en çok uğraştıran İngiltere ile birlikte Rusya’ydı. Topraklarımız türlü paylaşımların hedefi yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında da SSCB zamanında benzer çatışmalar yaşanmıştır. Çin ile de benzer bir tarihi karşılaşmamız vardır. Bu yüzden RF ve Çin ile, bugün için ortak çıkarlarımız olsa da anlaşamadığımız konuların ortaya çıkabileceği de göz önünde tutulmalıdır.

                  Tarihi günler yaşayan Türkiye’nin sıkıntı ve bunalım yaşadığı gerçeğinin bizzat Genelkurmay Başkanlarınca açıklandığı bir dönemde Türkiye’nin “Diriliş”e ve Türk Milleti’nin yeniden yükselişe ihtiyacı vardır. Dinsel ve etnik çatışmaları, çelişkileri aşarak Türkiye’nin önünü açmak zorundayız. Türkiye’de yurdunu seven bütün farklı siyasal oluşumlarının kavgalarını erteleyerek bu oyunu bozmaları ve güçlerini varlık ve bütünlüğünü bozmaya yönelmiş şer güçlere yöneltmeleri, tarih adına, insanlık adına, vatan, millet ve din adına önde gelen ödevleridir. Milli meselelerin gerçek çözümleri için “Bağımsız kalmalı ve özgücümüze güvenmeliyiz. Başkalarının planını değil kendi planımızı yürütmeliyiz. Ne ABD ne AB’den ne de Doğu’dan icazet ummamalıyız.” Türkiye artık büyük düşünmelidir. Biz kendi çıkarlarımızı koruyacağımız ve devleti yükselteceğimiz bir güç ve ilişki sistemi oluşturmalıyız. Günümüzde güçlü küresel politik etki yapmak isteyen küresel oyuncuların yaptığı gibi, “güç”ün dört bileşeni olan askeri, ekonomik, teknolojik, kültürel güce erişme yolunda çalışmalıyız. Buna göre stratejiler belirlemeliyiz. Tarihin birçok kez şahit olduğu “Türkün zor zamanlarda sıçrama ve en zor engelleri aşma yeteneği”nden yararlanmalıyız.

                  Küresel oyuncuların yarışı, bugün dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na götürecek bir sürece sokmuştur. Gürcistan-RF ihtilafı ile yeniden ateşlenen mücadelenin yoğunlaşarak sürdürüleceği, bu oyun içinde erkenden tüm olasılıkları görerek önlem alınmasının zorunlu olduğu çok açıktır. Herkesin bu nazik süreci çok iyi kavraması önemlidir.

4 Eylül 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder