16 Ocak 2011 Pazar

Kurtuluş yıldönümünde işgal özlemi

Kurtuluş yıldönümünde işgal özlemi

12 Ekim 2009

13 Kasım 1918’ den 6 Ekim 1923’ e işgal çizmeleri İstanbul kaldırımlarıyla birlikte Dersaadet ahalisinin şerefini, ırzını, onurunu da çiğneyip duracaktır. Seferden dönen Orduyu Hümayunun tuğlarından, zafer sancağından gayrisini tanımamış İstanbullular esaretin simgesi yabancı bayrakları görmemek için işgal süresince gözlerini yerden kaldıramayacaklardır.

13 Kasım 1918, Sarı Paşanın da Filistin Cephesinden İstanbul’a dönüş günüdür. Boğaza demirlemiş 55 parçalık Müttefik donanmasının namlularının çevrildiği selatin camilerin minareleri suskun, yenilginin, esaretin utancı altında ezilen Türkler sessiz, şaşkındır. Gizlemeye gerek duymadıkları bir coşkuyla evlerini, işyerlerini düşman bayraklarıyla donatıp, işgali alkışlayan Osmanlının Hıristiyan uyrukları, kendileriyle yıllarca ekmeğini bölüşmüş Türk komşularını aşağılamakta, alaya almaktadır.

Sarı Paşa Dersaadet’e ayak bastığı gün, düşman zırhlıları arasından Boğazı geçerken davetsiz konukları geldikleri yere göndermek için imparatorluğun uzak coğrafyalarında kalan Mehmetler üzerine and içer.

İşgal namlularının altında Saltanat ve Hilafet makamına kurulmuş Vahdettin; “Umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” dese de İngiliz diplomatlarına ve komutanlarına Londra’ dan verilen talimat bambaşkadır: “Türklere yüz verilmeyecek ve ağır şekilde cezalandırılacakları kuşkuya yer bırakılmayacak şekilde kendilerine anlatılacaktır”.

Anadolu’ da başlayan milli direnişle çıldıran müttefikler 13 Kasım çıkartmasının yeterince caydırıcı olmadığını düşünmektedirler. 16 Mart 1920’ de İstanbul’ un resmen işgali başlar. Fındıklı’ daki Millet Meclisi ( Meclis-i Mebusan ) başta olmak üzere İstanbul’ un askeri ve sivil tüm stratejik noktalarına vahşice el konur. Sabahleyin Şehzadebaşı’ndaki 10. Tümen Karargahı’nı basan İngilizler uykudaki Mehmetlerin üzerine ateş açar. 5 er şehit olur, 9’ u yaralanır. Vatanseverler derdest edilip Bekirağa Bölüğüne tıkılırken görevde 1. haftayı henüz dolduran Salih Paşa Hükümeti halka ; “Tam bir sükünetle iş ve gücüyle meşgul olmasını” tavsiye etmektedir! Rumca yayınlanan Neogolos Gazetesi işgalin ertesi günü olan 17 Mart’ ta; “Irkımız için yeni ufuklar, mukaddes dakikalar” başlığıyla çıkar!

İstanbul sokaklarından, hele Pera’ dan Tatavla’ dan üniforma ile geçme gafletinde bulunan Türk polislerinin, subaylarının apoletleri sökülmekte, şapkaları kapılmakta, ay yıldızları üzerinde tepinilmekte, işgalci bayraklarına, askerlerine selama zorlanmaktadır.

İşgal altında yaşamanın, öz vatanında köleleşmenin utancı, acısı içine işlemiş İstanbullular, Yunan Ordusunu 9 Eylül1922’ de Akdeniz’e döken Mehmetleri kucaklamak, al sancağa yüz sürmek için 6 Ekim 1923’ ü bekleyeceklerdir.

Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsızlığı tescillenmiş Türkiye’ nin Gazi Ordusu 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili Paşa’nın komutasında 5 yıldır işgal altında yaşayan kente girer. Mütareke Hükümetlerinin işbirlikçi Sadrazamı Damat Ferit Paşa da kaçıp sığındığı Fransa’da Nice şehrinde Türk Ordusu İstanbul sokaklarında resmigeçit yaparken aynı gün hücceten ölüverir!

Pera’nın Cadde-i Kebir’ inin İstiklal Caddesi, Tatavla’nın Kurtuluş, Şişli Caddesinin Halaskargazi oluşu aynı zamanda esaretten özgürlüğe ulaşmanın da kısa öyküsüdür.

Gazi Ordunun Gazi Mehmetlerine Şükrü Naili’ nin komutasında Dersaadet’ e ayak bastıklarında, gün gelip adlarının mahyalardan silinip, minarelerden apar topar indirileceğini söyleselerdi inanırlar mıydı dersiniz? İstanbul’ a girişlerinde dökülen gözyaşlarını, al bayrağa sürülen yüzleri, kendilerine dokunmak, terlerini koklamak için birbirini çiğneyenleri görünce, haklarını kat kat helal edip huzur içinde dünyadan ayrılan Mehmetler şimdikilerle helalleşir mi acep!

İşgal utancından özgürlüğün erdemine ulaşmanın 86.yıldönümünde yattıkları yerden doğruluverseler, sivil sıfatını kullanan her yaştan fonlu sefillere ilk sözleri ne olurdu Gazi Mehmetlerin? Mahyalardan Ne Mutlu Türküm Diyene - Ordumuza Şükran Borçluyuz - Kurtuluşun Kutlu Olsun - Önce Vatan - Milli Birlik Esastır yazılarını indirten Damat Ferit mirasçılarına şöyle bir bakıp yeniden uzandıklarında neler hisseder, neler düşünür dersiniz Mehmetler?

Çölün amansız sıcağına, Sarıkamış’ ın imansız soğuğuna, düşmanın yağlı kurşununa, şarapneline bana mısın demeyen Mehmetleri biliniz ki aldıkları bu son yara hepten öldürür. Bu yaraya dayanamaz Mehmetler!


Emperyalizmin sivil askerleri
3 Şubat 2010

ABD Emperyalizmi ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda, SSBC’ nin çöküşü sonrası dünyayı yeniden biçimlendirmeyi sürdürmektedir. Sosyalist blok’ un yer almadığı yeni denklemde tüm insanlığa kapitalizmi ekonomik, hukuksal ve siyasal boyutlarıyla kutsanmış tercih olarak dayatmaktadır. Küreselleşmenin neo liberal ideologları bu dayatmaya Yeni Dünya Düzeni diye etkileyici bir isim de bulmuşlardır! Dünyanın bu yeni düzeninde Soğuk Savaş döneminin ötekisi olan sosyalizmin yerine ulus devletler konulmuştur.

Ülkemizdeki bitmek bilmez darbe tartışmaları, asker karşıtı kampanyalar, ortaya saçılan kozmik sırlar ABD’ nin Yeni Dünya Düzeni algılanmadan anlaşılamaz. Ülkede kopan kıyametin gerçek nedeni ulus devlet olarak kurulan, kurtuluşun ve kuruluşun önderi Atatürk’ ün düşüncelerini temel alan geleneksel yapıdır. Soğuk savaş yıllarında içlerine sinmese de ses çıkarmadıkları milli devlet modeli müttefiklerimizi rahatsız etmektedir. Türkiye’ den tek kutuplu dünyada anlamı kalmamış ulus devlet modelinden vazgeçerek sistemin istediği yeni rolün gerektirdiği biçimlendirilmeyi kabul etmesi istenmektedir.

Ulus devletlerin dağıtılıp milletlerin sürüleştirilmesi operasyonu terminolojisinde ulus devletler çürümüş statüko, ulus devlet yanlıları statükocu, ulus devletin ordusu darbecidir. Sistemin devşirdiği ulus devlet karşıtlarıysa reformcu, reformist, darbe karşıtı sivillerdir!

Ulus devlet, ulusal sermaye, milli ordu, milli algılayış dünyaya hükmedenler tarafından lanetlenmekte, her türlü olumsuzluğun nedeni gösterilmektedir. Uluslar arası sermayeye eklemlenmiş, onun uzantısına dönüşmüş yerli sermaye, ulus devletle kavgalı içerdeki siyasal oluşumlar, tamamen dışarının güdümüne girmiş fonlu yapılanmalar sivillik ve sivilleşme tanımıyla yüceltilip desteklenmektedir. Gelinen aşamada sınırsız parasal destek yanında bilgi akışı, örgütlenme ve yönlendirme açısından tümüyle dış merkezli mobil sivil oluşumlar ortaya çıkmaya başlamıştır.

Cumhuriyet, milli sermayeye dayalı milli burjuvazi oluşturmaya yönelik ekonomik politikalar uygulamıştı. ABD ve Batının İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkemiz üzerindeki artan etkisiyle süreç içinde milli özelliklerini yitiren büyük sermaye günümüzde uluslar arası sermayenin uzantısına dönüşmüştür. Günümüz Türkiye’si milli devletlerin en önemli ayağı olan milli sermayeden yoksundur artık! Türkiye, Kıbrıs, Ermenistan, Yunanistan, Kuzey Irak konularında arkasında bulamadığı büyük sermayeyi çoğu kez muhataplarının safında görmenin şaşkınlığını yaşamaktadır! Sermayenin sivilleşme ölçütünün ulus devlete karşı küresel sermayenin yanında saf tutmak olduğu da böylece anlaşılmış oluyor.

Sermayenin dönüştürülüp, milli özelliklerinden arındırılmasının ardından bürokrasideki değişimi izlemekteyiz. Ekonominin gayrı millileştiği yerde bürokrasinin milli kalabilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bürokrasinin milli özelliğini yitirmeyen unsurları devletten hızla ayıklanmakta, boşalan makamlar sistemin dayattığı sivilleşmenin ve entegrasyonun kadrolarınca doldurulmaktadır.

Ulusal hukukta direnen, siyasal iktidarın arzusu doğrultusunda kararlar oluşturmayarak ABD ve AB karşısında onları mahcup eden yargının da değişmesi istenmektedir. Ekonomik olarak sömürge konumuna sürüklenmiş bir ülkenin hukuk mevzuatının ve hukuk kadrolarının ulusal niteliklerini sürdürme ısrarı sorunlara yol açmaktadır. Ulusal hukuka yönelik sivilleşme maskeli saldırıların sömürge hukukunun ikamesine, yargıya yönelik sivil kampanyaların da yargının tümüyle siyasal iktidar yörüngesine girmesine kadar sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Yaşananlar sivillik, renksizlik söylemleriyle gündeme getirilen Sömürge Anayasası’nın meşruiyet temeli oluşturulmaya çalışılmasından başka bir şey değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye’ nin mevcut devlet sistematiği içinde geleneksel ağırlığıyla caydırıcı ve tayin edici bir güç merkezidir. Rejimin korunması ve ülke bütünlüğünün savunulmasıyla hukuken yükümlüdür. Kamuoyu yoklamalarında itibarının sürdüğü anlaşılmaktadır. Türk halkı derin bilinçaltında, ülkenin kurtarılması ve kuruluşundan gelen milli ordu algısını yaşatmaktadır. Halkın nazarındaki ülkeyi kurtaran, iç ve dış hasımlardan koruyan milli ordu algısı yıkılmadan itibardan düşürülmesi de olanaklı görülmemektedir. Bu aşamada orduya yönelik darbe suçlamalarındaki geometrik artış rastlantı değildir. TSK’ ya yönelik stratejik saldırının taktik figüranı fonlu oluşumlar emperyal merkezlerin sivil muharebe unsurları olarak çoktan devreye sokulmuşlardır.

Ulus devletle birlikte, milli çizgideki antiemperyalist, antifaşist, emekten yana sendikalar ve meslek örgütleri de sistemin sivil maskeli güçlerinin boy hedefidir.

Emperyalizm Türkiye’nin ulus devlet yapısının tasfiyesiyle etnik ve mezhepsel parselasyonunu gerçekleştirmenin fonlu dinamiklerini çoktan piyasaya sürmüş durumdadır. Ulus devletle kavgaya kurgulanan sivil örümcek ağları ne kadar sivildir? Gerçekten dikta ve darbe karşıtı demokrasi fedaileri ile mi, yoksa sivil maskeli sefillerle mi karşı karşıyayız?

Cemaat atmosferi içinde, Hoca efendiye kayıtsız şartsız itaat şartlanmasıyla, özgür bireyin karşıtı tebaa psikolojisiyle yetiştirilmiş kişinin sivilliği olanaksızdır. Günümüzde kimi cemaat yandaşlarının darbe karşıtı sivil kampanya aktörleri olarak ortaya dökülmeleri kafaları karıştırmamalıdır. Emperyalizmin İslam coğrafyasına yönelik çıkarlarının maymuncuğu görevi verilmiş kimi Hoca efendilerle ardından gözü yumuk giden şakirtler gerçekte İslam’a ve mazlumlara yönelik darbenin tetikçileridirler.

Hoca Efendilerin her sözünde, her hareketinde derin hikmetler bulan şakirtlerin sivilliği ne ise, düne kadar Kabe belleyip tapındıkları Moskova’ dan, Pekin’den seccadeyi Brüksel’ e, Washington’a çevirmiş eski Marksist, yeni liberallerin sivilliği de aynı şeydir. Küresel sisteme biat etmiş bir takım cemaatçilerle kimi tövbekar Marksistlerden oluşturulan sivil koalisyonun tek tip söylemlerine dikkat edilmelidir. Farklı dünya görüşleri ve farklı siyasal gelenekler emperyalizmin tornasından geçirilince piyasayı birbirinin kopyası en sefilinden tek tip sivil ürünler kaplayıvermektedir!


Ulus devletle, rejimle birlikte, halktan, emekten, demokrasiden, çağdaşlıktan yana kimi meslek örgütlerine yönelik sivil maskeli saldırılar önümüzdeki dönemde artarak sürecek gibi görünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder